Paralel Dünya

Dünyamızdan çok uzak bir paralel evrende aynı Dünya’mıza benzeyen bir gezegen vardır. Bu gezegen uzaydan bakıldığında yeşil ve mavinin karışımı olan sarıya çalan muhteşem renkleri yansıtan, sessiz, patlamasız, ölümsüz ve çöpsüz bir gezegendir. Hadi madem paralel evren dedik. Adı da aynı olsun: Dünya...

Bu gezegende de tıpkı bizlere benzeyen canlılar yaşar ağırlıklı olarak. Ancak bu gezegende hayat bizimkinden bambaşkadır...

Evrendeki küçücük bir değişiklik ya da ne bileyim ufak bir göktaşı, Dünya’mızı belki bu hale getirmiştir. Ama işte o gezegende bu olmamıştır.

İnsan canlısı, aynı evrelerden geçmiş olmasına rağmen başından beri, o gezegendeki canlıda bir yok etme, sahip olma, daha çok ama daha çok benim olsun kavramı gelişmemişti.

Toplayıcı ve avcı toplum olarak yaşamaya devam ettiler. Topladıklarını da avladıklarını da paylaştılar. Saklamadılar. Hiçbir şeyi sahiplenmediler. Dünyaları onlara her şeyi sunuyordu. Gereğinden fazla almadılar hiçbir şeyden...

Zihinleri inanılmaz açıktı. Telepati, empati yönleri çok gelişkindi. Konuşma kelimeleri çok ama çok az olmasına rağmen ifadeleri, duyguları çok fazlaydı.

Hayatın, hayatta olmanın en büyük mutluluk sebebi olduğunu düşünüp dün ve yarın kavramlarını sildiler. Onlar için sadece şu an, içinde yaşadıkları zaman dilimi vardı.

Bir başkasına cömertçe verebilmelerinin sebebi de buydu. Peki bu Dünya’daki bizler neden veremiyoruz? Çünkü yarın lazım olur diye düşünüyoruz. Şimdi ihtiyacım yok ama ya yarın?

Biz insanlar çok şeyi de yarınımızı güvenceye alalım, çocuklarımız ortada kalmasın diye düşünerek yapmıyor muyuz?

O gezegende böyle bir sorun yoktu. Çünkü orada sadece sevgi dili konuşuluyordu. İnsanlar zorla, çocukları olduğu ya da birinin biriktirdiği çok şeyi var, yarın lazım olur diye düşünerek birlikte olmaya, yaşamaya zorlanmıyordu. Aslında bunu bilmiyorlardı. Yani küçük aileler yoktu. Kocaman bir insan ailesi vardı.

O gezegende insan yavruları kız ve erkek diye ayrılmıyordu. Önce insan yavrusu, insancık sonra, insan olma yolundaki canlı ve en sonunda da insan olmayı başarabilmiş canlılar olarak ayrılıyorlardı. Nietsche'nin tanımıyla üst insan.

O nedenle kimse kimseyi cinsiyetinden yani bir alt kimlikten dolayı yargılamıyordu. Kimse kimseye üstün olmaya çalışmıyordu. Yine millet, ırk, vatan, toprak, bayrak kavgası yoktu.

Bizim dilimize çevirirsek, Tevfik Fikret'in dizeleriyle :

Vatanım ru yi zemin,

milletim beşerdir benim (Vatanım Dünya, milletim insandır)

Onlar gezegenin bir parçası ve herkes orada bir misafir. Terbiyeli, anlayışlı misafirler...

Güzel ve temiz buldukları gezegenlerini giderken yine öyle bırakmak zorundalar. Buna inanıyorlar.

Her canlıyı ve herkesi sevebildiklerinden, nefret duygusu yerine merhamet olduğundan hiçbir sorun yaşamıyorlar..

Mesela hiç savaş yok o gezegende. İnsanlar savaşlardan kaçıp gezegenin dengesini bozmuyorlar.

Kim neredeyse orada her topluluk kendi cennetinde yaşıyor ve zamanı gelince de ölüyor. Zaten onlarda para denen kağıt parçası da yok. Ve bu gezegen çok yavaş, çok sakin, huzurlu...

Gezegendeki bu canlının tek desturu var.

O da şu:

"Özde, ben bir insan olmaya geldim."

Sema Erdal / Yelkencinin Gazetesi

Benzer Yazılar

Bu yazıya benzer içerik bulunamadı.

Yorum Yap

İletişim
İletişim +90 (532)2439735