Suben

Artık zamanını kendisinin de kestiremediği kadar uzun bir zamandır, durgun, suları bir yere akmayan, akamayan bir gölde yaşamaya çalışıyordu Suben. Ne fırtınalar, kasırgalar, inanılmaz büyüklükte dalgalar görmüş, okyanusun binbir çeşit canlısıyla rastlaşmış okyanusların mağrur balığı, burada, bu küçücük durgun gölde yaşam savaşı veriyordu. Başarılı olduğu da söylenemezdi pek. Çünkü su durgun olduğu için çürümüş ve de onun için yaşanamaz bir yer olmuştu. Kendi kendine burada yaşayabileceğini, arkadaşlıklar kurabileceğini -tıpkı okyanustakiler gibi- ıspatlamaya çalışıyordu. Madem ki bu göldeyim diyordu, o halde burada yaşamayı denemeliyim.
 
 
Gölün diğer sakinlerinden ne tatlı su yılanlarına, ne kurbağalara benziyordu... Önemli bulmuyordu bu farklılığı Suben. Okyanustaki çeşitlilikten sonra bu durum hiç mi hiç önemli değildi onun gözünde.. Her canlının yaşadığı sürece, içinde güzel, gizli kalmış bir yanı olduğuna, sevgiyle gülümsediğinde, bu güzel yanı ortaya çıkaracağına, dostlar edineceğine tüm kalbiyle inanıyordu.
 
 
İlk zamanlar Suben yeni, başka bir yerde olmaktan dolayı mutluydu, ne de olsa bilmediği keşfedilmeye hazır bir ortam olacaktı bu küçücük göl. Güveniyordu da kendine, okyanuslarda hayatta kalmayı başarmış çılgın balık.
 
 
Ama gel gör ki zaman geçiyor, Suben'in yalnızlığı daha da artıyordu, bitmek yerine... Göldeki diğer canlılar onu tanımaya çalışmıyor, sanki yokmuş gibi davranıyorlardı.
 
 
Suben önce yılan balıklarıyla dost olmaya çalıştı. Ne var ki gülümsemesi onların şefleri ve yakınlarını ürkütüyordu. Oysa sabırla aralarına alınacağı günü bekliyordu. Bu sırada bazılarıyla dost olmayı başarmıştı da. Yavru ya da ihtiyar yılan balıklarıydı dostları... Onlardan yaşam tarzlarını öğrenmeye çalışıyor, bir yandan da gözlemliyordu... Gördükleri ve duydukları canını sıkmıştı Suben'in..
 
 
Öyle ki sonunda sadece dost edindiği ve sayıları gitgide azalan yılan balıklarıyla konuşur oldu. Onlara da durmadan, okyanusu, oradaki farklı yaşamları, sevgiyi, dostluğu anlatıyordu.
 
 
Bir gün tek başına dalgın dalgın yüzerken, korkunç bir şeye tanık oldu. Yetişkin bir yılan balığının, yavru bir yılan balığını köşeye sıkıştırıp midesine indirdiği anı. O acı çığlık ve bakış yer etti. Başka bir köşedeyse artık kaçamayacak kadar yaşlanmış bir diğerinin de aynı sona uğramasını görmesi alt üst etti onu... Ürkmüş, anlam verememişti buna, ama bu yılan balıklarınca doğaldı.  Safça onlara bu yaptıklarının yanlış olduğunu anlatmaya çalışmış, ama onların düşmanlıklarını daha da artırmıştı bu çabası.
 
 
Onların çok çok uzağına çekildi. Bu buz gibi, duygusuz, sinsi yaratıklara yakın olmak, görmek istemiyordu artık. Bir yandan da sorup duruyordu kendine, okyanus çok mu farklıydı? Bunca övdüğün okyanusta da yok muydu "canavarlık" dediğin? Evet belki de yanılmıştı. Ama orada hiç değilse büyük anlamlı dostluklar da yok muydu? Burada da olmalı o halde diyerek, o küçük çürümüş göldeki diğer topluluğa yöneldi: Kurbağalara.
 
 
Bir zaman sonra kurbağaların gözlerinin görmediğinin farketti. Boş, bakan ama görmeyen gözlerle öylece duruyorlar ve tüm gün aynı şeyleri tekrarlıyorlardı. Onlara güzel gelen sesleri bir süre sonra rahatsız edici bir gıcırtıya dönüşüyordu. 
 
 
Kendine kızdı çekildiği köşesinde. Ne yani her canlıya, her şeye bir eksiklik, yanlıştık yapıştırıp durmuyor musun, hiç mi iyi yanı yok bunların. Vardı elbette, mutlaka ki olmalıydı. Onlar kendilerini mutlu hissediyorlardı ve onlara göre sesleri de çok güzeldi.
 
 
Suben bir kez daha yalnızlıktan kurtulmaya ve mutlu olmaya karar verdi. Onların arasına karıştı. Onlar gibi yaşamayı mutlu olmayı denedi. Bir gün, arkadaş olduğu ihtiyar kör bir kurbağayla otururlarken, ona, mutlu olmayı nasıl başarıyorsunuz diye sordu. "Elimizdekiyle yetinerek" dedi kör kurbağa, başka da bir şey söylemedi...
 
 
Suben görünüşte mutluyu oynuyor, içten içe ise okyanusu, hareketi, tehlikeyi, güçlü dostlukları, gölgelerinde kilometrelerce yüzdüğü, konuşmadan anlaştığı yunusları özlüyordu..
 
 
Bu özlemi her konuşmasında kendini ele veriyordu. Ama kurbağalar onu hiç duymadılar. Başlangıçta onu merak etmişlerdi, ama hepsi bununla sınırlı kalmıştı. Korkmuşlardı ondan...
 
 
Onlar bilmedikleri dünyaları bilmek istemiyor, sanki bilirlerse, sahip olduklarını da kaybedeceklerinden korkuyorlardı.
 
 
Ne kadar uğraştıysa da sesini duyuramayan Suben, bir zamanların hareketli, neşeli balığı durgunlaşmaya, konuşmamaya başladı. Sadece gözleri canlıydı, onlara da hüznün, özlemin gölgesi düşmüş...
 

Benzer Yazılar

Bu yazıya benzer içerik bulunamadı.

Yorum Yap