Ülkeleri, Paktları Kim Yönetiyor? Yönetim Erki Neye Dayanıyor?

Bu konular ancak bugün, geçmiş ve gelecek beraber incelenir; kimlerin neye inandığına, çıkarlarının hatta planlarının ne olduğuna bakılırsa anlaşılır. Ama zaman içinde dengeler değişir, insanların huyu, karakteri hatta inancı değişir; bu haritalara bile yansır.

Tüm bunlar büyük oyun, büyük resim, derin yapı gibi sözcüklerle ifade edilir. ABD’de bile siyaset böyle bir zeminde yapılır. Yıllarca Washington’da siyaseti gözlemlemiş, bir Türk gazetecimiz Serdar Turgut, 1955 Ankara doğumlu, TED Ankara Koleji mezunu. Queens College ve New School for Social Research’te ekonomi ve iktisat tarihi eğitimi almış. Ankara Siyasal’da doktora yapmış, bir dönem Ankara Hukuk’ta hocalık yapmış, sonra gazeteciliğe geçmiş. Hürriyet’in Ankara Bürosu’nda, ardından Washington temsilciliğinde çalışmış, yeni kitabını ilginç buldum, kısaca anlatayım.

Turgut, “Trump ve Zamanın Sonu” isimli kitabında, Trump’ın iktidarının bir sebepten ziyade bir sonuç olduğunu söylüyor. Turgut’a göre Trump kendi kişisel özelliklerinin yanısıra onu destekleyen grupların da stratejik tercihidir. Neokonlar, Evanjelistler ve ABD bürokrasisindeki diğer bazı mihraklar, sanki bir koalisyon içindeymiş gibi farklı çıkarlarla benzer bir hedefe yöneliyorlar; yapı epey karmaşık, ittifaklar kurulmuş, dağılmış, yeniden şekillenmiş…

Serdar Turgut’un kitabında Türkiye, ABD ilişkilerinin dinamiklerinin ve arkasındakilerinin anlatıldığı şöyle bir bölüm var:

“Bütün bunlara inanıp inanmamanız önemli değil.

Ben de saçma buluyorum bütün bunları.

İnananların bunları gerçekleştirip gerçekleştirmeyeceği de önemli değil.

Burada asıl önemli olan, Amerikan başkanlığı gibi bazı önemli konumdaki insanların bunlara inanması ve sonuna kadar gidemeseler dahi en azından bu yönde bazı adımlar atmaya çalışacaklarıdır.

Bu kitaba girişmemin en önemli nedenlerinden bir tanesi de bazı gerçekleri tarihe belge olarak bırakmak arzumdu.”

Serdar Turgut, kitabına 1994 yılında Pentagon’da gördüğü bir haritayı anlatarak başlıyor. Haritada, Suriye’nin kuzeyinde, Türkiye sınırına paralel şekilde uzanan bir Kürt devleti çizilmiş; sınırları da net bir şekilde belirlenmiş. Sonrasında daha özel bir ortamda gerçekleştirilen başka bir görüşmede, karşısındaki muhatabı bu kez senaryoyu daha net çizmiş: İsrail’de yaşanacak bir ayrışma, ardından büyük bir savaş, geçici bir barış süreci ve nihayetinde Türkiye sınırında bir Kürt devleti. Turgut, bu anlatıyı o anda “pek akla yatkın” bulmadığını ama zamanla bu kehanete inanan çok sayıda Amerikalının varlığını ve bu inancın bazı dış politika kararlarında etkili olduğunu gözlemlediğini yazıyor. Yazar, bazı Evanjelik grupların ve İsrail’deki dinsel çevrelerin, Türkiye ile İsrail arasında çıkacak bir savaşın kıyamet senaryosunun başlangıcı olduğuna inandığını aktarıyor. Armageddon’un Meggido Tepesi’nde başlayacağına, Türkiye’nin İran’la birlikte İsrail’e karşı bir koalisyon kuracağına ve bu savaşın GOG-MAGOG anlatısıyla örtüştüğüne dair inançların, özellikle Evanjelist yayınlarda sıkça tekrarlandığını vurguluyor.

Bana ilginç gelen burada “kehanet” sözünün kullanılmış olmasıdır. Şimdi bu devirde pozitif bilimin ve teknolojinin bu kadar geliştiği 21. Asırda hala mı, diyeceksiniz. Evet zira görmüyor musunuz, gazete köşelerinde, sosyal medyada fal vb yazıları; insan hakikaten aciz! Peygamberin bir sözü var: kahin yalan söyler. Kahinin dediği çıksa bile kahin yalan söylemiştir. (*)

İşte aklınıza yatmayan bu inançların günlük siyasete nasıl yansıdığını anlamaya çalıştığında, Turgut, bazı çevreler tarafından Cumhurbaşkanımız Tayyip Erdoğan’ın bazı Evanjelik sitelerde ve hatta Kongre’de ve Beyaz Saray çevresinde anti Christ gösterilmesi, onun tarihsel olarak Asurlu krallara benzetilmesi ve Erdoğan’ın önce Suriye’yi, sonra da İsrail’i işgal edecek olmasına kadar varıyor, diyor. Keza Turgut, Rahip Brunson meselesini, bu anlatının iç siyasetle kesişmesi üzerinden okuyor. Turgut’a göre Evanjelikler Brunson’u bir “tutsak peygamber” gibi görüyordu ve bu yüzden Trump üzerindeki baskı çok yoğundu. Brunson’ın serbest kalıp Oval Ofis’te Trump’la birlikte kameralara poz vermesini seçmen tepkisine bağlıyor.

Turgut, bu kehanetlerin üretilen “kültürel” ürünler yoluyla da yayıldığını anlatıyor. Craig White’ın “Turkey Invades Israel: Halfway to Armageddon” adlı romanını örnek olarak vermiş. Bu romanın etkisi ile Türkiye’nin bölgesinde güttüğü politikaların ve askeri operasyonların kıyamet öncesi işaret olarak görüldüğünü söylüyor. Bu çevrelerin gücünü bilen Trump, siyaseten onları kullanıyor mu?

Film endüstrisinin bizi eğlendirmek amacıyla yerine göre tüm tarihi, bilimsel gerçekleri gözardı ederek ürettikleri kurgusal hikayeler ve benzerleri artık herkes tarafından hergün sosyal medyada üretiliyor. Tabii birçok kişi ve kurum bunları çıkar amaçlı kullanıyor. Fakat en tuhafıma gıdeni insanların bunları gerçekleştirmek içinn, hani yani kaderin o yönde tecellisi için kaçınılmaz gördüklerine yol açacak gayretler içinde olmalarıdır. Acaba gerçekten kıyamet kopsun mu istiyorlar?!?

Diğer yandan toplumdaki bir başka mühim eğilim de artık kişilerin yaptıkları yanlış, kötü davranışların onların toplumun gözündeki itibarlarına zarar vermiyor olmasıdır. Turgut, Bill Clinton üzerinden örnek veriyor. Clinton döneminde toplum, kişisel skandalların siyasal liderliği doğrudan sarsması gerektiğine pek ikna olmamıştı. Şimdi ise bu artık aşılmış; ABD’de toplum olan bitene şaşırmıyor, tepki vermiyor ya da bu olayları siyasi tercihleri için belirleyici görmüyor. Bu durum, Trump için adeta koruyucu bir kalkan gibi işliyor. Çıkan skandalların sayısı artsa da etkileri giderek hafifliyor. Aslında bu tüm toplumlarda benzer halde; artık kişisel hayatındaki kötü, yanlış davranışların ortaya çıkmasıyla tarihe gömülen şahsiyetlere raslanmıyor. Aksine o kötülükle anılıyor olmaları onları meşhur ediyor.

İnançlar, Kehanetler ve Bağlantılar

Serdar Turgut’a göre Trump’ın yönetiminde çeşitli inanç ağları etkili, Neoconlar ve Evanjelikler, zamanla siyaseti yönlendirici yapılar haline gelmiş. Turgut, bu grupların “tanrı tarafından seçilmiş lider” anlatısını Trump’a da yüklediklerini belirtiyor. Özellikle ikinci başkanlık dönemi için yapılan hazırlıklarda bu anlatının daha görünür hale geldiği dikkat çekmiş.

Bizdeki “social interest groups” benzer değil mi? Zaten hepsi kendilerini Allah’ın o “kutsal görev” için yarattığı iddiasında değiller miydi?

Tabi başkanın çevresi sadece dini figürlerden ibaret değil. Yahudi lobisi, Evanjelik çevrelerle olan bağlar, yönetimin nasıl farklı inanç ve çıkar kümeleriyle iç içe geçmiş bir yapı içinde olduğunu ortaya koyuyor. Turgut, Trump’ın ikinci başkanlık döneminin ikinci gününde Beyaz Ofis’te çekilerek basına servis edilen bir fotoğrafa yer vermiş kitabında.

Masanın etrafında bulunanlar, Evanjelist tarikatının öne gelen üyelerinden oluşuyor. Turgut, masanın sol tarafında ağlamaklı duran adamın; yıllardır beklediği İsa’nın Mesih olarak Kudüs’e gelmesine yol açacak olan büyük Armageddon Savaşı’nın artık “nihayet” çıkacağına ikna olduğundan dolayı göz yaşlarını tutamadığını yazmış. Tarikatın diğer üyelerinin de sanki Trump kutsal bir varlıkmış gibi bu beklenen din savaşını çıkaracağı için onun vücuduna dokunarak ona “güç” vermeye uğraştığı tespitinde bulunmuş. Batı’da buna benzer birçok uygulama var, mesela dünyanın en büyük otel zinciri Marriott’ta da Eski ve Yeni Ahit tek kitap halinde odalara konuluyor.(**) Halbuki geçen hafta Hong Kong’da JW Marriot’ta benim odamda seccade ile İngilizce ve Arapça Kuran için karekod ve batıyı yani Mekke’yi işaret eden bir ok vardı. Yorum sizin…

Benim bildiğim, dini ve tarihi öğretilerde kıyamet alametleri tasvirleri, insanları uyarmak, sakındırmak için anlatıla gelmiştir. Yani bugün inanılmaz bir şekilde, haydi bakın şu alametler de gerçekleşiyor, kıyamet yakındır, ha gayret azalım, azdıralım insanları da kıyamet gelirken tanrının rahmeti ile tekrar o güzel günlere dönelim. Tarihte efsanelerde ve dinlerde hep mesih (https://islamansiklopedisi.org.tr/mesih) ve deccalden (https://islamansiklopedisi.org.tr/deccal)  bahsedilmiştir.; kötülük ve karşıtı iyilik iktidarının gerçekleşeceği hayal edilmiştir. Fakat şimdi, benim dışardan baktığımda gördüğüm, yeni dünyada bunun kendiliğinden gerçekleşeceği veya sanki bunu çabuklaştırmak için kötülüğü, savaşı teşvik etmek öngörülüyor. (***) Halbuki dinlerdeki kıyamet tasvirlerinin amacı bence, bu kötü kaderden kaçınmak için iyiliği teşvik ve kötülükten sakınarak yaşamak olmalıdır. Yani bu kötü kaderi çabuklaştıralım da kıyamet kopsun değil! Ama benim gördüğüm mesela şu anda Ortadoğu’da …

Yazar, Trump’ın resmi diplomasi yerine kişisel ilişkiler üzerinden yürüttüğü girişimlere de dikkat çekiyor. Turgut’un aktardığına göre emekli General Keith Kellog, Richard Grenell gibi isimler, Ukrayna ve Rusya savaşında sahada çoğu zaman görülen sair kişiler devletin resmi görevlileri değilmiş. Bu da Trump döneminin belirgin özelliği haline gelen gölge diplomasisine işaret ediyor.

Evanjelik yapıların yalnızca kurumsal ya da siyasi değil, kültürel temsiller üzerinden de etki alanı oluşturduğunu söyleyen Turgut, bu durumun örneklerinden biri olarak “Işık Abla” lakaplı bir Türk kadının hikayesini anlatıyor. Evanjelist inancı benimsemiş ve Türkiye’den Amerika’ya geçerek bu çevrelere dahil olmuş bu kadının temsil ettiği bir şey Evanjelist çevreler için “İslam’dan koparak doğruya ermiş” örnek kişi olmasıdır. Bu da Batı’da giderek yaygınlaşan tesettürden çıkmış, İslamiyet’i terk etmiş ve Batı değerlerini benimseyerek “kurtulmuş” Doğulu kadın profili bir temsile denk düşüyor.

Turgut, yine Amerikan medyasında Trump döneminde yaşanan ideolojik kaymayı özellikle vurguluyor: Gerçeklik yerini inşa edilmiş anlatılara bırakmış. Konuşma programlarında ortaya atılan fikirlerin çoğu, izleyicinin zihninde alternatif bir gerçeklik üretmeye odaklanmış. Bunu, Orwell’in “1984”te tanımladığı düşünce kontrolü fonksiyonuna benzetiyor. Bu yapının en belirgin olduğu alanlardan biri İsrail, Filistin meselesi. Turgut, ABD’de İsrail’e yönelik eleştirilerin neredeyse tamamen filtrelendiğini, Gazze’de yaşananların ise haber değeri bile taşımadığını belirtiyor. Medyanın yalnızca kendi gündemi ve yaratmak istediği algı ile paralel olan anlatıları paylaşması veya olayları bu şekilde çerçevelemesi; gerçekliğin yerini bir tür simülasyona bıraktığı, kamuoyunun ise yaratılan bu simülasyona göre pozisyon aldığı bir dönem yaratmış.

Trump’ın dış politikadaki adımlarının arkasında Evanjelik tabanın etkisi olduğunu düşünen Serdar Turgut, Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıma kararının da bu inanç temelinde atıldığını vurguluyor. Elçiliğin Kudüs’e taşınması, Evanjelistlerin kıyamet inancıyla doğrudan bağlantılı, teolojik bir simgeye dönüşmüştü.

Turgut, Evanjelistlerin Kudüs’e olan bu ilgisini metafiziğe dayanan bir inanç olarak tanımlıyor. İnançlarına göre, Kudüs’ün tamamen İsrail kontrolüne geçmesi, İsa’nın yeryüzüne dönüşünü hızlandıracak; hatta üçüncü tapınağın Kudüs’te inşa edilmesi bu sürecin başlangıcı sayılacaktı. Bu nedenle Batı Şeria ve Kudüs’te atılan her adım, kehanetlere dayanan bir anlatının parçasıydı. Trump’ın danışman kadrosunda yer alan Jared Kushner’in de bu süreçte kritik rol oynadığı belirtiliyor. Turgut’a göre Kushner, Trump’ı “tanrının seçtiği lider” konumuna taşırken, attıkları politik hamlelerin altına teolojik gerekçeler yerleştirilmesini sağladı. Turgut, Washington’da kullanılan dil ile sahadaki gerçeklik arasındaki farkı net biçimde ortaya koyuyor. “İnşa ve yardım” gibi olumlu ifadelerle sunulan söylemlerin ardında enerji hatları, askeri üsler ve jeopolitik çıkarların yattığını belirtiyor.

Turgut’un dikkat çektiği bir diğer nokta ise neokon stratejistlerle Evanjelik yapıların zaman içinde kurduğu ittifak. Bu geçici ortaklığın inanç üzerinden ilerlediğini aktarıyor. İsrail’e verilen sınırsız destek, düşman ülkelerin şeytanlaştırılması, savaş senaryolarının kutsal kitaplara dayandırılması gibi adımların hepsi bu çerçevede şekilleniyor.

Serdar Turgut’un aktardığına göre, 29 Mayıs 2015’te gerçekleşen bir toplantıda, Trump’ın Savunma Bakanı olarak önerdiği Pete Hegseth, “Bütün Müslümanları öldürün!” diye bağırmış. Hegseth’in bu söyleminin ardından Savunma Bakanlığı için ciddi bir aday olarak öne çıkması hükümet içinde radikal figürlerin yer alabildiğini gösteriyor. Bu süreçte Amerika’daki Müslümanların haklarını savunan CAIR (The Council on American-Islamic Relations) gibi sivil toplum kuruluşlarının Hegseth’in adaylığına karşı çıktığı, Senato üyelerinden Richard Blumenthal gibi isimlerin de bu adaylığı titizlikle inceleyeceklerini duyurduğu belirtiliyor. Turgut’a göre tüm bunlara rağmen Trump yönetiminin adaylığı onaylaması, devletin en üst makamlarında bile böylesine uç ve rahatsız edici görüşlere sahip olan karakterlere yer açıldığını gösteriyor.

Trump yönetiminin LGBTQ+ politikaları, Serdar Turgut’un özellikle izini sürdüğü konular arasında yer alıyor. Yazar, kadın ve erkek dışındaki cinsel kimliklerin yok sayıldığı bir anlayışın, zamanla resmi söylem haline geldiğini gözlemliyor ve meseleyi kültürel olduğu kadar siyasal bir zemin üzerinden de ele alıyor. Trump’ın dışlayıcı dili yalnızca bir tavır olarak kalmıyor. Turgut’a göre bu söylemlerin Amerika’daki karşılığı oldukça belirgin. Kaliforniya ve New York gibi şehirlerde düzenlenen yürüyüşler, geçmişteki Stonewall isyanlarını hatırlatıyor. Amerika’daki LGBTQ+ hareketinin uzun süredir devam eden bir özgürlük mücadelesi konumunda olduğunu vurgulayan yazar, Trump’ın bu mücadeleyi hedef alarak hem dünyaya hem de Amerikan toplumuna bir nevi savaş açtığını ifade ediyor.

Yazarımız komplo teorisi kavramının nasıl baskı aracı olarak kullanıldığını da ayrıca ele alıyor; komplo teorisi ifadesinin çoğu zaman ciddi olasılıkları itibarsızlaştırmak için kullanıldığını söylüyor. Los Angeles’taki yangın felaketine dair kamuoyunda gelişen söylemlere yer vermiş ve bu gibi durumların “doğal olamayacak kadar organize” göründüğünü belirtmiş. Birilerinin bilinçli olarak planladığı izlenimini yaratan olayların hemen “komplo” etiketiyle bastırıldığını, böylece daha fazla araştırılmasının önüne geçildiğini aktarıyor. Bu durumun, insanların gerçekleri sorgulama cesaretini kırdığına dikkat çekiyor.

Pentagon’un Hollywood yapımları üzerindeki etkisi, içerik sansürü, Amerikan ordusunu parlatan film senaryoları… bunlar eleştirinin örnekleri arasında sunuluyor.

Kitapta yer verilen Theaters of War adlı belgesele göre, Pentagon ve CIA’in Hollywood üzerindeki etkisi yıllardır sistematik olarak devam ediyor. Pentagon’un Entertainment Liaison Office adlı birimi, Amerikan ordusunun olumlu yansıtıldığı senaryolara destek verirken, eleştirel ya da hassas içeriklerin yayılmasına doğrudan engel koyabiliyor. Özellikle savaş filmlerinde ya da Amerikan kahramanlığını öne çıkaran yapımlarda bu desteğin izlerine rastlanıyor. ABD’nin kurucu yapısına dair sembollerin izinin de Washington sokaklarında sürdüğünü aktarıyor. Kurucu babaların masonik kimliklerinin sadece düşünsel yapıya değil, fiziki mimariye de yansıdığını anlatıyor. Capitol Binası, Beyaz Saray ve Washington anıtlarının yerleşimi, sembolleri ve mimari simetrileri üzerinden Mason localarının etkisine dikkat çekiliyor. Washington’daki mason locasıyla ilgili tarihsel detaylara yer veren Turgut, George Washington’dan itibaren birçok devlet kurucusunun mason olduğunun altını çiziyor. 1723 tarihli Mason Anayasası’nın, 1776’da ilan edilen Amerikan Anayasası’nın temel metni olarak yeniden kaleme alındığını söylüyor ve bugün Evanjeliklerin giderek artan etkisiyle birlikte, masonik yapı arasında görünmeyen bir çatışmanın yaşandığını ima ediyor.

Türkiye ile ABD arasında az, çok (inişli çıkışlı da diyebiliriz) yaşanan gerilim bu ideolojik ayrışmalardan bağımsız düşünülebilir mi?

ABD mi İsrail’i, yoksa İsrail mi ABD’yi yönetiyor? Turgut, bu güncel geyik soruya net bir yanıt vermemiş. Kitabı boyunca verdiği bilgiler, özellikle sadece lobi faaliyetleriyle sınırlı kalmayan ilişkilerin Trump döneminde bu iki yapı arasında nasıl giriftleştiğini ortaya koyuyor.

Anlatılanların Hepsi Doğru Olmak Zorunda Değil. Doğru Olsalar Bile Mutlaka Gerçekleşecek Diye Bir Kaide Yok. Ben Size Burada Bir Kitaptan Alıntıladıklarımı Aktarıyorum. Yazarın Görüşleri İlginç Ama Ne Kadarı Doğru Veya Yanlış, Gerçekler Nedir? İşte Burada Herkesin Kendi Fikri Hatta Hezeyanları Devreye Giriyor. Bence Gerçekler Aslında Sonuçlardır. Zaten Tarihte Yazılacak Olan Da Sonuçlar Olacaktır. Benim Fikrim, Bu Bahsedilen Fevkaladeliklerden Ziyade Umumen Aklın Emrettiği, Gözün Gördüğüne Göre Varılan Kanaatler Olmalıdır.

Kaynak:

Turgut, Serdar. Trump ve Zamanın Sonu. Nemesis Kitap, 2025. https://www.pandora.com.tr/kitap/trump-ve-zamanin-sonu/930837

(*) “Kahin yalan söyler, dediği çıksa bile yalan söylemiştir.” ifadesi, lafzen hadis kaynaklarında bu şekilde geçmez. Ancak bu anlamı taşıyan ve konuya yakın olan sahih bir hadis, Buharî’de Aişe (ra)’dan rivayet edilmiştir: “Bazı insanlar Rasulullah’a (s.a.v.) kâhinlerden sordular. Rasulullah ‘Onlar bir hiçtir.’ dedi. Dediler ki: ‘Ey Allah’ın Rasulü, bazen söyledikleri doğru çıkıyor.’ Rasulullah buyurdu ki: ‘O doğru sözü cin kapar ve dostunun kulağına tavuğun gagalaması gibi sokar, onlar da bu doğru sözün içine yüzden fazla yalan katarlar.’” (Buharî, 6213 / Muttefekun Aleyh).

Bu hadise göre kâhinlerin söyledikleri zaman zaman doğruya ulaşsa da çoğunlukla uydurma ve yalandır; içlerinde nadiren doğru olsa da itibar edilmemelidir. Bu nedenle “dediği çıksa bile yalan söylemiştir” ifadesi, hadisin yorumudur ve İslami geleneğin konuya dair yaklaşımının özeti olarak kullanılır. (https://islamansiklopedisi.org.tr/yalan)

Yapay zekaya sordum: Marriott ve benzeri büyük otel zincirlerinde odalarda tek cilt halinde hem Eski Ahit (Tevrat) hem de Yeni Ahit (İncil) kitaplarının ücretsiz olarak sunulmasının temel nedeni, Batı’da “Gideonlar” (The Gideons International) adlı Hristiyan bir kuruluşun 20. yüzyıl başlarından beri yürüttüğü uzun süreli bir misyonerlik ve “ahlaki destek” girişimidir. Marriott gibi pek çok uluslararası otel zincirinde bu uygulama benimsenmiştir. Buradaki amaç, yolculuk yapan misafirlerin ruhani ihtiyaçlarının karşılanması, inancını yaşama imkânı sunulması, zorlu ya da yalnız anlarda teselli kaynağı olması, Hristiyanlık mesajının yaygınlaştırılmasıdır.

Genellikle dağıtılan bu “bedava” kutsal kitap tek cilt olarak sunulur. Çünkü Hristiyanlık geleneğinde Eski Ahit (Tanah veya Tevrat ve Zebur) ile Yeni Ahit (İncil), Kutsal Kitap’ın iki ana bölümünü oluşturur. Hristiyanlar kutsal kitap dediğinde ikisini birden kasteder. Yaygın olarak kullanılan bu tek cilt kutsal kitap, başta ABD olmak üzere Batı otelciliğinde norm haline gelmiştir.

Marriott, dini herhangi bir baskı yapmadığını ve odadaki kutsal kitapların okunmaya zorunlu olmadığını belirtir; bu kitaplar, isteyen misafirlere manevi bir kaynak, istemeyenler içinse sadece odadaki bir nesne olarak kalır. Uygulamanın kökenleri ise tarihi olarak Batı misyonerliğine ve modern otelcilikte manevi destek anlayışına dayanır… dedi.

Bu anlayış dini bir zorunluluk veya yasadan ziyade, kültürel bir gelenek olarak Amerikan otel endüstrisinde yerleşmiştir. Türkiye gibi Müslüman ülkelerdeyse benzer bir biçimde otel odalarında Kur’an-ı Kerim veya seccade gibi diğer dini materyallerin bulundurulması tartışma konusu olmuştur.

Bu bazılarımızca farkedilip şikayet edilen bir ikiyüzlülüktür, aşağılayıcıdır. Benim tecrübelerime göre bu bulunduğunuz bölgede otel yönetimine, hangi dinin daha baskın veya etkili veya sizin kim olduğunuza bağlıdır (https://islamansiklopedisi.org.tr/misyonerlik).

(***) Deccal ve mesih kavramları bence gerçek tek birer şahıs yerine her dönemde kötülüğü ve iyiliği temsil eden liderler, iktidarlar şeklinde anlaşılmalıdır. Tüm dinlerde Mesih bir “kurtuluş” ve “ilahi müdahale” figürüdür. Ancak; Yahudilikte daha toplumsal ve ulusal, Hristiyanlıkta bireysel ruhsal kurtuluş ve tanrısal öz, İslam’da ise peygamberlik misyonuyla ahir zamana dair ilahi bir adalet kurucu olarak öne çıkar.

İslamî eskatolojide Deccal, ahir zamanda yani kıyametten önce meydana çıkacak, insanları inançlarından saptırmaya çalışacak, olağanüstü güçlere sahip bir figürdür. Hadis kaynaklarında, Deccal’in kıyametin büyük alametlerinden biri olduğu vurgulanır. Deccal’in ortaya çıkışı ile fitne ve sapkınlığın yayılması, insanları kandıracak fevkaladelikler göstermesi ve kendini ilahi bir varlık olarak tanıtması beklenir.

Ancak Deccal’in gerçekliği ve tam anlamı İslam kaynaklarında tartışmalıdır; bazı âlimler onu gerçek bir kişi, bazıları ise toplumsal bir fitnenin, kötülüklerin ve sapkın ideolojilerin sembolü olarak görür. Deccal, sadece Hz. İsa’nın ikinci gelişiyle mağlup edilebilecek bir kuvvet olarak tasvir edilir ve kıyametin kesin alametlerinden biri kabul edilir.

Son dönemde bazı İslam düşünürleri, Deccal’i tarihsel bir şahıs yerine her dönemde ortaya çıkan kötülüğü temsil eden bir sembol olarak da yorumlamışlardır.

Mesih kavramı ise, İbrahimî dinlerin hepsinde merkezi bir role sahiptir, ancak her birinde anlam ve işlev açısından farklılık gösterir:

Yahudilikte Mesih, “meshedilmiş” yani kutsal yağ ile kutsanmış kişi anlamına gelir, Davut soyundan gelecek karizmatik bir lider ve kraldır. Görevi, Yahudileri yabancıların boyunduruğundan kurtarmak, İsrail Krallığını yeniden kurmak, barışı, adaleti ve refahı sağlamak ve tüm Yahudileri İsrail’e döndürmektir. Zamanımızda ise Mesih dönemi, tüm insanlığın Tanrı’ya inanacağı ve dünyanın barış içinde olacağı altın bir çağ olarak tasvir edilir. Bireysel bir kurtarıcıdan ziyade kolektif bir kurtuluş ideali de ön plana çıkar.

Hristiyanlıkta Mesih, Yunanca “Christos” (Latince: Christus), Tanrı tarafından seçilmiş, meshedilmiş kurtarıcı demektir. (Christos”un tam anlamı, “vaftiz için” elle yağa bulanmış” demek “Gres yağı aynı kökte”. “Mesîh” de sadece “el sürülmüş” değil, “elle sıvazlanarak yağlanmış” anlamına gelir ki cristosun bire bir karşılığıdır.) Bu unvan tam anlamıyla Hz. İsa’ya verilmiştir. İsa (AS), İznik Konsülü’nde Roma hakimiyeti altında tanrı’nın oğlu ve insanlığı günahlarından kurtaracak kurtarıcı olarak görülmüştür. Onun ölümü ve dirilişi bu inancın temelini oluşturur. Hristiyanlar, İsa’nın ahir zamanda tekrar geleceğine ve dünyada ilahi adaleti kuracağına inanır. Birinci İznik Konsülü, MS 325 yılında Roma İmparatorluğu döneminde, İmparator I. Konstantinos (Büyük Konstantin) zamanında İznik’te (Nicea) toplanmıştır. Konsül, bizzat İmparator Konstantinos’un çağrısı ve başkanlığıyla gerçekleşmiştir. Konsülde Ariusçuluk yani Arianizm, sapkın olarak ilan edilip reddedildi, taraftarları aforoz edildi ve sürgüne gönderildi. Halbuki Arius ve onun takipçileri, İsa’nın tanrı tarafından yaratılmış bir varlık olduğunu savunuyordu. Hristiyan dünyasında doktriner birlik sağlandı, aykırı görüşler bastırıldı. Konsülde ise İsa’nın tanrı ile aynı özden olduğu karara bağlandı, yani baba ile oğul özde birdi. Konsülde dört incilin seçilmesi konusu popüler efsanelerde sıkça geçer, ama modern akademik tarihçiler ve kaynaklar tek bir İncil kararı alınmadığını belirtmektedir.

İslam’da Mesih, Arapça “mesih” ile aynı kökten gelir, “meshedilmiş, seçilmiş” anlamındadır. İslam’da mesih doğrudan Hz. İsa için kullanılan bir lakaptır. Hz. İsa’nın babasız, mucizevi bir şekilde doğduğu, peygamber olduğu, fakat öldürülmediği ve ahir zamanda tekrar dünyaya inip Deccal’ı yeneceği inancı da vardır. Kur’an’da Hz. İsa’nın ölmediği değil, iki ayette öldüğü söyleniyor. Hz. İsa’nın geleceği Kur’an’da değil hadislerde bildiriliyor ve onların otantik olmadığını söyleyenler de var. İslam’da Mesih, tanrının oğlu değildir; Allah’ın peygamberidir. Mesih yani İsa (AS), dünyanın sonuna yakın dönemde yeryüzüne tekrar gelecek, adaleti tesis edecek, bazı mezhebi farklılıkları ortadan kaldıracaktır, diye de inanılıyor.

Bu deccal ve bilhassa mesih inancının insanlar üzerindeki etkisi çeşitli olmuştur. Mesela:

Mesihi bekleyen Yahudiler, asırlarca bir bölgeye yerleşememiş ve dini bir icap görerek vatansız yaşamışlardır. Bugün İsrail kurulduktan sonra da buna hakları olmadığına inanan Yahudiler vardır.

Hristiyanlar ise arınamayacakları bir günahla doğduklarına inandıkları için ancak ruhbanların onların günahlarını bağışlayabileceğine inanmışlardır. Belki bu sayede kilise devletleşmiştir. Vatikan devleti bunu simgelemektedir.

Müslümanlarsa Muhammed’in (sas) son peygamber olduğuna inanmakla beraber Kur’an’a göre Hz. İsa’nın durumu ve “Mesih” kavramı İslam’da farklı ayetlerde detaylı şekilde ele alınmıştır:

Diyanet İşleri Başkanlığı mealiyle Nisâ Suresi 157 ve 158. Ayetlerde, (https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/Nis%C3%A2-suresi/648/155-161-ayet-tefsiri)

Âl-i İmrân Suresi 55, (https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/%C3%82l-i%20%C4%B0mr%C3%A2n-suresi/348/55-ayet-tefsiri)

Kur’an’da Hz. İsa’ya “Mesih” unvanı açıkça verilmiştir. Mesela, Âl-i İmran Suresi 45. ayet: “Allah, kendisinden bir kelimeyi sana müjdelemektedir. Onun adı Meryem oğlu İsa Mesih’tir…” olarak geçer. “Mesih” kelimesinin kökü çeşitli İslamî kaynaklara göre; el sürmek, silmek veya temizlemek anlamından gelir. Ayrıca, İsa’nın elini sürerek mucizevi olarak hastaları iyileştirmesi ile ilişkilendirilir. Bazı alimler, bu kelimenin tertemiz, günahlardan arındırılmış veya mübarek anlamına geldiğini belirtir. (https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/%C3%82l-i%20%C4%B0mr%C3%A2n-suresi/338/45-ayet-tefsiri)

Fakat o zaman son peygamberden sonra da gelen mesih yani İsa (AS) ilk defa peygamber olduğundaki gibi İslam ve birçok Hristiyan yoruma göre Yahudilik dinini tamamen ortadan kaldırmaya değil, onun bozulmuş ve özünden uzaklaşmış kurallarını, geleneklerini ve anlamını ıslah etmek (reform etmek) ve hak dini insanlara tebliğ için geldiği gibi, şimdi de kıyamette benzer bir görevi mi olacaktır?

Ama belki de Bedir Savaşı’nda geçen “Oku siz atmadınız, Allah attı” Enfâl Suresi 17. ayete dayanan ifadede olduğu gibi midir?

Enfâl Suresi 17. Ayet: “Onları siz öldürmediniz, fakat Allah öldürdü. Attığın zaman da sen atmadın, fakat Allah attı. Bunu da müminleri güzel bir imtihanla sınamak için yaptı. Şüphesiz Allah işitendir, bilendir.” (https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/Enf%C3%A2l-suresi/1177/17-18-ayet-tefsiri)

Bu ifade, Bedir Savaşı’nda Hz. Muhammed’in eliyle düşmana ok attığı sırada aslında bunun gerçek etkisini yaratanın ve sonucu belirleyenin Allah olduğu anlamına gelir. Yani peygamberin ve müminlerin çabası, görünüşte sebep olsa da asıl başarı ve zafer ilahi kudrete ve yardımına bağlanır. İnsan iradesiyle gerçekleşen fiilin nihai sonucu, Allah’ın iradesiyle ortaya çıkmıştır; bu, müminlerin böbürlenmemesi, bütün başarı ve zaferi Allah’tan bilmesi gerektiğini vurgular. Aynı zamanda, Allah’ın müminlere yardım ederek imtihanlarından başarıyla çıkmalarını sağladığı mesajı da taşır.

Tabi doğrusunu Allah (CC) bilir. (https://islamansiklopedisi.org.tr/deccal, https://islamansiklopedisi.org.tr/mesih )

Kapak görseli Yıldız Holding Sanat Koleksiyonu’nda yer alan Salvador Dali’nin The Melting Clock (Eriyen Saat) 1977 eserine ait.

Murat Ülker

Yorum Yap