Yaza Veda

Yaza başlangıcı teknemizle yapmış, Kıbrıs’ın Osmanlılar tarafından fethedilmesinin 450. yılı nedeniyle düzenlenen Kıbrıs Rallisi’ne katılmıştık. Yaza vedayı da gene teknemizle yapmak istedik. Bu kez rota Gökova Körfezi idi.

 

19 Eylül’de Kuşadası’ndan yola çıktık. Didim tarafındaki Teke Burnu’nda bir motor yatın karaya çıktığını gördük. Büyük olasılıkla hızını dengeleyememiş ve karaya oturmuştu.

 

 

Aynı gün yaklaşık altmış mil yol yaparak Gümüşlük’e vardık. Bu kez arkadaşlarımızın olduğu bir tekneyle hareket ediyorduk. Onlarla Gümüşlük’te buluştuk. Akşam üzeri karaya çıkarak ikmal yaptık ve akşam yemeği yedik.

 

Gümüşlük'te akşam üzeri

 

20 Eylül’de Gümüşlük’ten yola çıktık. 50 mil yol yaparak Gökova’nın güneyine indik. Amacımız aşağıdan yukarı doğru koyları gezerek yukarı çıkmaktı. Bu etabın sonuna doğru hava oldukça sertleşmişti. Küfre Koyu’na sığındık. Koy dışında oldukça sert bir hava olmasına rağmen burada girdiğimiz deniz oldukça ılıktı. Akşam üzeri botla kıyıya çıktık; biraz yürüyüş yapmak, biraz keşfetmek adına. Kıyı oldukça sığdı ve kenarlardaki topraklar çamurlaşarak denize karışıyordu. Kıyıya ulaşan Azmak Nehri’nin bir kolu burada denize karışıyordu. Kıyıdaki lokanta ise kapalıydı. Biraz yürüyüş yaptık ama geç olduğu için fazla uzaklaşamadık. Ancak iyi olan teknelerin bağlı olduğu yerden çekmeyen telefonlarımız burada oldukça iyi çekiyordu. Ne var ki çok uzun kalamadık, teknelerimize dönmek zorunda kaldık.

 

Küfre Koyu’nda iki gece kaldık. Birlikte olduğumuz arkadaşlarımızın teknesiyle yakın demirlediğimiz için tekneden tekneye sohbetlerimiz ve dolunayın güzelliği ile hoşça vakit geçirdik.

 

 

22 Eylül’de Küfre’den çıktık. 8 mil sonra Löngöz Koyu’na vardık. Bu arada havanın da sertleşebileceği haberleri gelmeye başlamıştı. Bu koyda rahat bir gece geçirebileceğimizi düşünmüştük. Ama yanılmışız. Meğerse burası fırtınada en sığınılmayacak limanmış. Kıçtan iki koltuk almamıza rağmen akşama doğru sertleşen havada kendimizi garantiye almak için yandan da bir koltuk alma gereği duyduk. Ama tüm çabalarımız nafileydi. Gece ilerledikçe dehşeti yaşamaya başladık. Hava o kadar sertti ki sanki koyda değil, dışarıdaydık. Bu kez dolunaydan zevk almak yerini, dolunayın ışığından yararlanmaya bıraktı. Arkadaşlarımızın teknesinin koltuk bağlarından biri kopunca demiri almak zorunda kaldı. Bir daha demir atması çok zordu. Dümene pek hükmedemiyordu. Sığlığa doğru yan bir şekilde sürüklenmeye başladı. Sonrasını çok iyi göremedik karanlık dolayısıyla. Ertesi gün öğrendiğimize göre meğer dümen palasına halat dolanmış. O yüzden dümene hükmedememiş. Öyle ki herkes başının çaresine bakmaya çalışıyordu. Bizim de durumumuz pek parlak değildi. Kimse birbirine yardım edecek durumda değildi. Bizim de demirimiz taramıştı. Ama dediğim gibi o havada demiri alıp, tekrar atmak pek mümkün değildi. Dümen palamız biraz kayalara sürttü. Uykusuz ve kabus gibi bir gece geçirerek duruma hakim olmaya çalıştık. Sabaha karşı nihayet hava biraz sakinleşmişti. Demir alıp, koyun ortasına demir attık. Arkadaşlarımız da yanımıza gelerek demir attılar. Durum tespiti yaptık. Neyse ki ucuz atlatmıştık. 23 Eylül sabahı sanki o dün akşamki olay hiç yaşanmamış gibiydi. Deniz süt liman olmuştu.

 

Löngöz Koyu’nun fırtına sonrası görünümü

 

Ama biz bir an önce bu koydan çıkıp, bir daha da hiç buraya hiç gelmemek üzere gitmek istedik. Öyle de yaptık. 4.5 mil yaparak İngiliz Koyu’na geldik. Akşamki olayın hala etkisindeydik. Ne olur ne olmaz diye gene sıkı bir bağlanma yaptık. Denize girip çıktık, dinlendik. Burada bir gece konakladık.

 

Bir sonraki koy Okluk Koyu idi. Ama bildiğimiz gibi güzelim Okluk Koyu artık denizcilere yasaklanmıştı Cumhurbaşkanlığı Konutu nedeniyle. Değil girmek, yaklaşmak bile yasaktı. Aksi halde hemen polis telsizle size müdahale ediyor. Hatta biz İngiliz Koyu’nda demirliyken bile birkaç kez polisler koyda dolaştılar. Cumhurbaşkanı yılda kaç kez bu konutuna geliyor, gelse de kaç gün kalıyor bilmiyorum. Ama tekneyle Okluk Koyu’na gelen insanların ona ne zararı olacak ki? Halkım dediği insanlardan bu kadar korkmasına, bu kadar korunmasına anlam vermek güç. İnsan sadece bu emrivakiler karşısında kızgınlık duyuyor. Sadun Bora’nın Okluk Koyu’nun girişine koydurttuğu Deniz Kızı heykelinin resmini yakından çekebilmek için bile polisten telsizle izin aldık. Gerisini varın siz düşünün.

 

 

Okluk Koyu girişindeki Deniz Kızı Heykeli’nin oturduğu kayanın alnında deniz kızının hayat hikayesi vardı: ‘’Bu deniz kızı düşlerini süsleyen cennete erişebilmek için nice engin denizler, ufuklar aştı… Kıtalar, adalar, koylar dolaştı… Ta ki Gökova’ya ulaşana kadar…

 

24 Eylül’de İngiliz Koyu’ndan yola çıkıp yaklaşık 5 mil yol yaparak Karacasöğüt’e geldik. Burası da doğal ve büyük bir koydu. Biz ilk gece iskeleye bağlandık. İkinci gece ise alargada kaldık. Ama her iki şekilde de karaya çıkıp, dolaşma ve yemek yeme imkanı vardı.

 

Birinci gün Sedir Adası’na gidip, denizden etrafını dolaştık. Tur teknelerinin sirkülasyonu fazla olduğu için karşı koyda demirleyip, denize girdik. Burada deniz yüzeyinde gördüğüm poşet, cips poşeti, bisküit kağıdı gibi çöpleri toplayıp tekneye getirdim. Bu çöpler kıyıdaki insanlar tarafından mı atıldı bilmiyorum ama benim için oldukça rahatsızlık vericiydi. Bu güzel sulara yakışmayan bir görüntüydü. Maalesef eğitimsiz bir toplumuz. Bazı insanlar denizlerde de bir yaşam olduğunun farkında değiller.

 

25 Eylül’de Karacasöğüt’ten ayrılarak bir kez daha aynı bölgeye gidip, botla Sedir Adası’na çıktık. Çünkü buradaki Kleopatra Plajı’nı ve antik kalıntıları görmemek olmazdı. Adanın ismi sedir ağacından gelse de adada sedir ağacı yokmuş. Yaklaşık 800 metrelik kıyı uzunluğuna sahip adanın yanı başında Orata Adası ve Küçük Ada vardı.

 

Kleopatra Plajı

 

Sedir Adası’nın Tarihi

 Sedir Adası’nda yerleşim, adayı ikiye ayıran İsthmos’un(Kıstak) doğu tarafında oluşmuş. Dolayısıyla kentin tiyatrosu, kutsal alanları, konut, liman ve diğer pek çok önemli sivil ve dinsel yapılar; surlarla çevrili bu alan üzerindeymiş. Nekropol alanı, liman ve diğer sivil yapıların bir bölümü adanın doğu yakasındaki anakaradaymış. Adanın halkı Karia kökenliymiş. Kent M.Ö. 129’da Roma egemenliğine girmiş. M.S. 15. yy.ın ilk çeyreğinden sonra Osmanlı egemenliğine girmiş. Bugün hem anakarada hem de adalarda ayakta kalmış kalıntıların büyük çoğunluğu Bizans dönemine aitmiş.

 

Antik Tiyatro

 

Sağlam durumdaki tiyatro, kuzey yamaçta yer alıyormuş ve kent yerleşimini merkezindeymiş. 2500 kişilik bir kapasitesi varmış. Sahne binasının büyük ölçüde tahrip olmasına rağmen oturma sıraları oldukça iyi durumda. Sahne binasının blokları, Bizans döneminde konut ve liman yapılarında kullanılmış. Buradaki tiyatro, Rodos’un karşı yakasında bilinen üç büyük tiyatrodan biriymiş.

 

Sedir Adası’ndan Akbük’e geldik. Koya giriş yönüne doğru solda kalan bölgede bol miktarda karavan vardı. Hava ve deniz muhteşemdi burada. Adeta yaz gibiydi. Dolayısıyla denizden maksimum miktarda yararlandık. Burada bir gece kaldık ve yaklaşık 16 mil katederek Çökertme’ye geldik. Çökertme de bir ay kadar önceki yangından nasibini kötü bir şekilde almıştı. Adeta içimiz acıdı.

 

Çökertme

 

Çökertme’de bir gece kaldıktan sonra 27 Eylül’de 12 mil uzaktaki Kargıcık Koyu’na vardık. Bu koyda iki gece kaldık. Hava ve deniz artık çok sıcak olmadığı için günde bir kez denize girmekle yetiniyorduk. Üstelik ikinci gece gene hava sertleşmeye başlamıştı. Ama bu kez demirimiz taramadı ve koltuk bağlarımız kopmadı neyse ki.

 

Kargıcık Koyu

 

29 Eylül’de bu koydan çıkarak 14 mil yol yaparak Akyarlar’a vardık. Burada iki gece kalmak zorunda kaldık hava muhalefeti nedeniyle. Botla bir kez kıyıya çıkıp yemek yedik ve yürüyüş yaptık.

 

Akyarlar

 

1 Ekim’de şartları zorlayarak sert bir havada zaman zaman 30 knotları gördüğümüz havada 26 mil yol yaparak Didim’e vardık. Dalgalar oldukça iriydi Bazen sert bir şekilde tekneye çarpıyordu.

 

Didim’de bir gece kaldık. Ve burada dünkü ve Akyarlar’daki havadan eser yoktu. Deniz’de Aydın Belediyesi’nin yaptırdığı tonozlardan birine bağlandık.

 

Didim’den sabah erken ayrılarak gene değişken rüzgar koşullarında yolculuğumuz sürdü. Özellikle Dilek Boğazı’na yaklaşırken 35 knotlara yaklaşan bir rüzgar eşliğinde Dilek Boğazı’na girdik. Özellikle boğazdaki durum bizi endişelendiriyordu. Çünkü rüzgarın sıkışacağını düşünüyorduk. Fakat tam aksi oldu. Boğaza girince rahatladık. Rüzgar arkamızda kaldı ve güzel bir seyir yaparak Didim’den başladığımız  44 mili tamamlayarak Kuşadası’na vardık.

 

Didim’de Gün Batımı

 

Böylece acısıyla-tatlısıyla bir yolculuğun sonuna daha gelmiş ve yazı da bitirmiş oluyorduk. Yeni seyirlerimizde görüşmek dileğiyle… 

 

Yazı ve Fotoğraflar: Nihal Denizer 

Yorum Yap