Yelkenci Dr. Nuray Kurt ile ilgili ilk makaleye aşağıdaki bağlantıdan ulaşabilirsiniz.
https://yelkenciningazetesi.com/yelkenci-dr-nuray-kurtun-aziz-hatirasina-1-bolum
Nuray bir yıl önce hem yolculuğun devamı için para kazanmak, hem de son ameliyatlarını ve kemoterapilerini almak için Türkiye’ye gitmişti. Dönüş yolunda Amerika’ya uğrayıp yeğeninin mezuniyet ve düğününü bile neşesiyle renklendirmişti. Ekim sonunda hem Anka’yı hem de Keyif’i sefere hazırlayınca ‘’Arayalım şu adamı, ne zaman gelecek soralım’’ diye düşünürken aldık kötü haberi, komadaydı arkadaşımız. Her zaman bir yolunu bulan, ufak ameliyatlarla, önemsiz gösterdiği ağır tedavilerle hastalığına nanik yapan kocaman adam pes etmiş olamazdı. ‘’Muhakkak çıkar o yoğun bakımdan, basit bir şeydir, düzelir’’ umutlarımız sonradan yerini gözyaşlarına bıraktı. Anka’ya gittik, kapısını açtık. Bir hayatın hasadına, müthiş bir rüyaya baktık baktık, ağladık. Her şey onun bıraktığı gibiydi, sadece delice yağan yağmurlarda biraz su almıştı. Temiz naylon poşetler içindeki giysileri hala sabun kokuyor, el yazısıyla temize çektiği şiirler, aldığı notlar, pipoları, gözlükleri, Pasifik ve Hint Okyanusu seyir kitapları, Anka’nın o kendine has kokusu bize tarifi imkansız bir hüzün veriyordu.
Bu tekne bizim 1999’dan itibaren çocuklarımızla, köpeğimiz Zeytin’le ilk uzun seyirlere çıktığımız, yılbaşı gecelerini Poyrazköy’de, kar fırtınalarında Karadeniz’de yelken açarak kutladığımız, Marmara’dan Ege’ye ilk çıktığımız, 2001 yazında Marmara Adası’nda altıncı kitabımızı yazarken Turgay Noyan ağabeyimiz ve ailesiyle tanıştığımız sevgili kızımız. Önce bizim, sonra da Nuray’ın ellerinde küllerinden yeniden doğan Anka’mız Dünya seyahatine devam etmek için sahibini bekliyordu.

Kısa süre sonra kolları sıvadık, kızımızı Nuray’ın hatırasına yakışır bir halde, yeni sahip adaylarının beğeneceği şekilde hazırlamaya başladık. Bir kısmı bizim zamanımızdan kalan donanımı temizleyip tasnif ederken dolaplardan, çekmecelerden çıkan yedek malzemeyi gördükçe Nuray’ın tekneyi bir değil, iki Dünya turuna yetecek şekilde nasıl ayrıntılı ve ciddi hazırladığını görüp hem hayran olduk, hem de keşke tekneyi Karayipler’de bırakmak yerine yola devam etseydi, Güney Pasifik adalarını da görseydi Dünya’ya veda etmeden önce diye hayıflandık.
Yolculuğumuza devam ederken yanımıza ondan bir hatıra almak istedik, eşi Bonka’yla konuşup Anka’dan yedek çapalarından birini, Nuray’ın zıpkınlarını, balık oltalarını, ağlarını, ve başka bazı denizcilik eşyalarını satın aldık. Hatırasını yaşatmak için yol boyunca ihtiyacı olan denizcilere, gençlere, Nuray’ın seveceğini düşündüğümüz, onun gibi aşkla, heyecanla yoluna devam eden insanlara hediye ettik. Mercan kayalıklarını görmek için aldığı polaroid gözlüğünü, kocaman fenerini, birde üzerinde ‘’Gülümse, bak her şey ne kadar güzelleşecek’’ yazılı bir tişörtünü Keyif’te sakladık, eşyaları bizimle Dünya turunu tamamlarken sanki Nuray yanımızdaymış gibi hissettik.
Mevsim geçiyordu, yola devam etmek zorundaydık. Curaçao’dan ayrılırken Anka’yı ve Nuray’ın özel eşyalarını ortak dostumuz, ağabeyimiz Samih Baroud ve Türk amatör denizciliğinin tanınmış isimlerinden, Nuray’ın da yakın dostu Mustafa Aksoy’un emin ellerine emanet ettik. Samih Baroud’un büyük amcası Curaçao’ya Lübnan’dan 20. yüzyıl başında, Osmanlı pasaportuyla gelmiş. O zamanlar Lübnan 400 yıldır Osmanlı toprağıymış. Samih köklerini hiç unutmamış, Anka’nın kıçında asılı Türk bayrağını görünce Nuray’ı koruyucu kanatlarının altına almış, her derdine koşmuş. Böylece biri Lübnan diğeri Bulgaristan’dan iki yabancı, köklerinde yüz yıl öncesinden onları birleştiren Osmanlı-Türk kültürüyle ayrılmaz dost, hatta kardeş olmuşlar. Samih aynı şekilde aynı yıllarda teknesiyle Curaçao’ya gelen denizci dost Mustafa Aksoy’la da tanışıp çok yakın dost olmuş. Biz ayrılırken bu iki arkadaş uzaktaki aileye yardımcı olabilmek için ellerinden geleni artlarına koymayıp teknenin bütün sorumluluğunu üstlendiler, Anka’nın marina ve çekek ücretlerini ödediler, Nuray bazı parçalarını tamir için Türkiye’ye götürdüğü için motoru çalışmayan tekneyi Seru Boca Marina’dan 30 mil ötedeki çekek yerine Samih’in teknesiyle çekerek götürdüler, karaya çekip satılana kadar bakımını üstlendiler. Samih Nuray’ın kişisel eşyalarını kendi evine taşıyıp sakladı, Mustafa Aksoy ise bu eşyaları Nuray’ın Türkiye’deki ailesine kendi elleriyle taşıyıp teslim etti.
Anka adına ne kadar layık bir tekne olduğunu bize bir kez daha gösterdi. Türkiye’de 30 yıl önce yapılmış, markası dünyada tanınmayan, motorunun parçaları eksik, 37 ft bir tekneyi kimse alır mı, yoksa Anka buralarda kaderine mi terkedilecek diye kara kara düşünürken bir gün Avusturalya’dan bir email aldık. Nuray’ın Romen dostu Adrian ve Bulgar eşi Kristina Anka’yı satın almak istiyorlardı. Adrian’ın babası, Romanya’nın yelkenle dünya turu yapan ilk ve efsane denizcisi Marius Albu, Nuray’ın arkadaşıydı. Marius ve Adrian 2010 yılında Anka’yı Varna’da karaya çekip dünya turu için hazırlarken Nuray’a çok yardım ettikleri için tekneyi çok iyi tanıyorlardı. Adrian’ın da en büyük hayali bir gün kendi teknesiyle okyanusa açılmaktı. Eşi Kristina’yla birlikte cesaret ederek Anka’yı aldılar, Avustralya’dan gelip, tekneyi donatıp, 7 yaşındaki oğulları Alex ile Pasifik Okyanusu’na açıldılar, Nuray’ın hatırasını, onun yolundan giderek yaşattılar. Yıllardan beri Avustralya, Yeni Zelanda ve Tasman Denizi’nde gezen çiftin amacı Anka’nın dünya turunu tamamlayıp Tekirdağ’da Nuray’ın bağladığı limana, oradan da Karadeniz’deki memleketlerine ulaşmak.
Sevgili arkadaşım, senin tabirinle ‘’dostum’’ Nuray, yüzün gözümüzün önünde… Sesin, gülüşün kulağımızda, hatıran yolculuğumuzda hep bizimle yaşadı. Bunca yıldır Dünya denizlerindeyiz; senin kadar iyi bir denizci, senin kadar müthiş insan görmedik. Maviliklerde buluşana dek huzur içinde uyu kardeşimiz.,
Konuk Yazar: Dr. Nadire Berker
Fotoğraflar: Dr. Nadire Berker Arşivi
Yayına Hazırlayan: Doruk Ajans / Yelkencinin Gazetesi Kuruluşudur.