Türkiye’den bir adım atıyorsunuz Yunanistan’ın adasına varıyorsunuz. Biz de Çeşme limanından resmi çıkış işlemlerimizi yaptıktan sonra Sakız Adası’ndan (1.Liman) girdik Yunanistan’a.
https://yelkenciningazetesi.com/avare-ile-izmir-den-batiya (1. Bölümü okumak için tıklayınız)
Uzun zamandır denizden 12 adalar veya daha ilerisine de gidiyoruz. Giriş - çıkış işlemlerini kendimiz yapıyorduk. Yoğun hazırlık temposu içinde bu yorucu işlemi de bu sefer kendimiz yapmak istemedik. Türkiye’den çıkışımızı bir acente ile yaptık. Gemi adamı belgesi ile çıkış yapılabileceği söylenince mutlu olduk. Gemi adamı belgesini alabilmek için 6 hafta covid zamanında üstelik kursa gitmiştik. İşe yaramasına sevindik. Acentenin Sakız Adası’ndaki tanıdığı acente de yine gemi adamı belgesi ile Yunanistan’a girişimizi yaptı. Akdeniz’de geçireceğimiz zamanı düşünürsek 90 gün yeşil pasaportla Avrupa’da kalma hakkımızı tüketmemiş oluyoruz. Bundan iyisi can sağlığı.
Sakız Adası’na daha önce gitmiştik. Adada gezmeyeceğiz ancak yolculuğumuzun başladığı ilk adadayız. Tarifsiz bir mutluluk içindeyiz. Acentemize kurabiye ikram etmiştim. O da bize sakız likörü getirmiş hediye olarak. Diyorum ya komşuya geldik. İşlemler de hızlıca ve sorunsuz bir şekilde hallolunca her zamanki ritüelimizi yapmak için karaya çıktık. Bir kafeye oturup iki bira söyledik. Konuşamıyorduk. Mutluluktan içimiz içimize sığmıyordu. O beklediğimiz günlerin başındaydık. Ailelerimizi aradık. İyi olduğumuz haberlerini verdik.
Sakin bir akşam yemeği yiyip yattık. Pruvamızda İkeria Adası var. Evdilos limanı daha önce geldiğimiz ve çok sevdiğimiz liman. Avrupa’nın en uzun yaşayan insanları burada. Yıllar önce giriş çıkış işlemleri bu kadar sıkı değilken bu güzel denizin iki yakasından insanlar tekneleriyle gidip geliyorlardı. Yani biz öyle yapıyorduk. Yine öyle bir avare geçiş zamanında gümrük memuru özür dileyerek bizi alamayacağını söylemişti. Ama ertesi sabaha kadar kalabileceğimizi de belirtmişti. Ertesi gün kahvaltı, ufak bir alışveriş ve gezi sonrası avara olmuştuk gözümüz arkada. Bu sefer birkaç gün kalmak istiyoruz bu güzel kasabada. Gün doğumu, batımı, aheste ada yaşamı özlediğim şeymiş. Sabahları işe gitmiyoruz, yetişme telaşı yok. Bu duyguya zamanla alışacağım galiba.
Fourni, ikinci ada. Aborda olduk beton iskeleye. Balıkçı barınağı aslında. Su ve elektrik yok. Koyda kocaman bir mavna var. Otopilot girişte arıza sinyali verince tedirgin olduk Mavna yüzünden olduğunu fark edince de derin bir soluk aldık. Ertesi gün yola devam edeceğiz.
Birkaç yıldır Yunanistan hükümeti kara sularına giren teknelerden Tepai vergisi almaya başladı. Aylık alınan bir vergi. Bu konuda çok hassaslar. Ödemezseniz de cezası var. Zaten unutma şansınız da yok belgelerinizi her limanda soruyorlar.
Leros’a doğru yola koyulduk. Leros Lakki limanını severiz. Bildiğimiz ve uzun zamandır gelemediğimiz bu limanlar bize eski bir dostumuzla tekrar kavuşuyormuşuz hissi yaşatıyor. Türkiye’den çıkarken son alışverişleri tam yerleştirememiştik ve genel temizlik yapamamıştık. Bu işlerimizi burada yaptık. Tüm gıda ve malzeme envanterini yaptık. Teknenin dolap krokisini çizip ne nerede oraya listeledik. Bu kadar detayın akılda kalmasına imkan yok zira.
Lakki marinada geçirdik beklenen fırtınayı. Üç gün kaldık. Geniş sokaklarda, Art Deco tarzında ve daha sonra adaya ait olan mimari tarzda evler arasında gezindik. Yanımızdaki orta yaş üzeri İngiliz çiftle güzel sohbetler ettik.
Birkaç gün konaklamalı bu seyirlere kedimiz Pamuk’da yavaş yavaş alışıyor. Motor gürültüsü korkutuyor onu. Saklanmak istiyor. Ona bir yer hazırlıyoruz. Motor çalışırken oraya giriyor. Uyukluyor. Yelken yaptığımız zaman havuzluğa yanımıza geliyor. Ama hep çok temkinli.
Leros’un 20 NM güney batısındaki Levita adasına gitmek için avara olduk. Tonoza bağlanacağız. Fırtınanın ardından kaba dalga ve kafadan gelen hafif rüzgarla sallan yuvarlan geldik. Tonozlardan birine bağlandık. Bir ailenin yaşadığı kurak bir ada. Karaya çıkıp yürüyüş yaptık. Aile bir restoran da işletiyor. Tonoz için 9 Euro ödedik. Ertesi gün de aynı ücreti alacak sandık ama almadılar.
Kısa bir seyirle Amorgos Adası’na geldik. Bir gece önce uyuyamamıştım. Seyirde Pamuk’la uzun uzun uyuduk. Sağolsun Pamir’de dokunmadı bize. Limana girmeden önce uyandım. Bağlanma hazırlıkları, acaba yer var mıdır telaşı ile girdik koya. Limanlara girince şöyle bir dolaşıp bakmak gerekiyor. Biz ilk bulduğumuz yere girdik. Feribotun yanaştığı iskelenin yanındaki beton iskelede ilk sıradayız. Amorgos adasını çok sevdik. İki gün iskelede kaldık. Sonra alargaya çıkacağız. Denize girmek istiyoruz çünkü. İkinci gün Pamir motor kiraladı. Gezilmedik yer bırakmadık.
Amargos Le Grand Blue filminin çekildiği ada. Bu filmle çok da ünlenmiş. Üniveriste yıllarımda seyretmiş ve çok etkilenmiştim. Fransızlar özellikle çok geliyorlar buraya. Restoranlarda dışarı taşan müzik sesi, plajda size şemsiye ve şezlong kiralamaya çalışan insanların rahatsız eden tavrı yok. Plaja herkes havlusunu alıp gelmiş denize giriyor. 1960’lardaki Türkiye gibi.
Şehirlerdeki büyümeyi gelişme ile karıştırmamak gerekiyor. Bir şehrin yapılaşarak büyümesi gelişme demek değildir bana göre. Şehirlerin hafızaları vardır. Bu hafızayı önemsemek gerekir. Sokaklar, binalar, kenti kent yapan yapılar değişmemeli, korunmalı ki geriye dönüp baktığınızda toplum yaşantınızın orada geçen dönemleri, değeleri bir sonraki nesillere de aktarılsın. Avrupa’ya adım attığınızda bunu daha net görüyorsunuz. On yıl önce gittiğiniz bir yerleşim yeri on yıl sonra da aynı. Yabancılık çekmiyorsunuz. Oysa Türkiye’de insan doğduğu şehre bile yabancı oluyor 4-5 yıl sonra. Sokaklar ve her şey inanılmaz bir şekilde dönüşüyor, hafızalarımızdaki anılarımızı da yanında götürerek.
Adanın kıraç dağları çiçek kokuyor. Agia Anna Bay filmin çekildiği koy. Horaviotissa Manastırı da bu koya bakıyor. Adadaki çiçeklerden tütsü yapıyorlar. Tüm manastır dağlardaki çiçek gibi kokuyor. Keşiş manastırın tarihini anlattı. Sonrasında da kendi yaptıkları likörle lokum ikram ettiler. Nüktedan bir papaz.
Burada Türk teknesi Melodi ile tanıştık. Bir süre beraber seyirler yaptık, yemekler yedik, sohbetler ettik. Ortak ne çok tanıdık çıktı. Aslında planımızda yoktu ancak Santorini Adası’na Ahmet Kaptan ve sevgili eşi Sibel sayesinde gittik. Beraber seyir yaptık. Keyifli Santorini anıları koyduk, anı cebimize. İki türk teknesi daha vardı beraber seyir yaptıkları. Serene 2020 ve Deniz Kızım. Melodinin genç misafirleri Tuba ve Öncü ile de burada tanıştık.
Santorini volkanik bir ada. Özenle inşa edilmiş. Turist akını altında. Şık sokaklar, güzel mağazalar arasında güzellik yarışının birincisi harika gün batımları. Çok fotojenik bir ada. Anlar içinde milyonlarca kez deklanşöre basılıyordur burada.
Folegandros var pruvamızda. Küçük bir ada, büyük bir liman. Burada kıçtan kara bağlanabiliyorsunuz. Tekne temizliği küçük çamaşır makinesinin ilk denemesi derken haylice yorulduk. Grup devam edecek biz bir - iki gün daha kalıp dinlenmek istedik. Belki başka limanlarda tekrar buluşuruz belli mi olur!
Yazı: Gülnur Payzanoğlu
Fotoğraflar: Gülnur - Pamir Payzanoğlu
Yayına Hazırlayan: Doruk Ajans / Yelkencinin Gazetesi Kuruluşudur.