Ceviz Kabuğundan Tekneler

 

''Bak küçük kız...                                                                                                                                                               

Bu tekneler senin...

Seç birini ve geç dümenine…     

Bu deniz, bu sular, bu rüzgar senin…                                                                                 

Ceviz kabuğundan yaptığım bu tekneler senin...                                                                                                                  

Git, özgürlüğün, doğruluğun, güzelliğin olduğu yerlere…       

Gelecek yaratabildiğin her şeyi ile senin…  

Tüm kötülüklere, yalanlara, nefretlere, savaşlara, söylemlere rağmen,    

SEVGİ senin …”

***

Küçük bir kız… Daha üç yaşında… Kara gözleri zeytin, zeytin parlıyor… Üzerinde el örgüsü rengarenk bir yaz hırkası… Ufka doğru yol alan beyaz, küçük teknelere bakıyor… Öylesine dalmış ki, sanki o teknelerden birisine oturmuş, yekeyi tutmuş, beyaz bir martı gibi uçmakta…

Farkında bile değil; yüzüne vuran rüzgarın, dalgaların saçtığı zif-zof’ların. Ancak üzgün… Küçük dudağı sarkmış; ağladı ağlayacak neredeyse… Annesi okşuyor ince, tel-tel saçlarını… Anneannesi ise elindeki süt çanağını bitirtme derdinde… Ağzından çıkarıyor sonunda baklayı . Yuvarladığı sözlerle “Aba’sının gemisi olduğunu, binip gittiğini; kendisinin gemisi olmadığını, onunla gidemediğini” anlatıyor…

Onun gemi dediği şey ablasının yıllardır hasretle kullanmak için beklediği; deniz kenarında özlemle ve büyümekle geçen üç yılın sonunda kavuştuğu,  beyaz gövdesi ve beyaz yelkeni ile küçük bir optimist tekne… Su’da kuğu gibi süzülen küçük bir tekne… Oysa “Aba”sının gözden kaybolan teknesini kullanmak için gösterdiği çabanın henüz farkında değil elbette...  Yekeyi, yelkeni, salmayı, halatları kullanmayı; arkadaşları ile birlikte denizin dalgaları ile dost olmayı öğrenmek öyle kolay mı? Her şey sabırın meyvesi…

Söz veriyor anneannesi, “Bak” diyor… “Eğer süt-ekmeğini  bitirirsen sana bir sürü gemi yaparım, beraber yüzdürürüz. Hem istediğin renklere de boyarız onları…”  Gözleri parlıyor…

***

Şimdi, zaman tünelinden  bir tekne süzülerek yaklaşıyor kıyıya…

Aaaa… O da ne? Mendirek üstünde ablasını izleyen küçük kız büyümüş.

 

Dedesinin “Karabiberi”,  anneannesinin ceviz kabuğundan yelkenliler yapıp boyadığı,  leğen içinde nefesi ile yüzdürdüğü  tekneler ile oynayan,  el çırpan, üstünü ıslatan, “Bir gemi yaptırdım…” tekerlemesine eşlik etmeye çalışan küçük kız çıkıp geliyor yanımıza… Bir zamanlar “Gemi” dediği Optimistini kıyıya çekiyor… Oyunları ve dileği gerçek olmuş. Zaman yok olmuş.

Gerçekten de lirik bir öyküdür denizle yaşamak, denizlerle olmak… Rüzgarı sevmek, köpüklü dalgalara hayran olmak… Kıyıya vuran yosunların kokusunu içine çekmek; rengarenk taşlardan koleksiyon yapmak, kabukları biriktirmek… Teknen ne kadar küçük olursa olsun onun küpeştelerini okşamak, ıskota basarken rüzgarın gücünü; yekenin denize olan direncini hissetmek… Güneşin yakıcı gücüne bir avuç deniz suyu alarak direnmek, serinlemektir…

‘’Tekne kadar büyük olursa olsun, deniz ondan daha büyüktür’’ der usta denizciler. Bu nedenle de yüzen her şey  teknedir. Büyüğü küçüğü olmaz deniz üstünde…

Siz değişseniz de, denizler değişmez. Hep aynı kalır… Kirlenmenin dışında… Eğer bir kere aşık oldu iseniz denize, yanınızda zıplayıp sizinle yarışan yunuslara, gümüş gibi parlayan balıklara, Orşilim kızlarının dağlardan akan türkülerine ondan vaz geçemezsiniz. Rüyalarınıza girer. Bazen gözü açık düşler görmeye başlarsınız…  Gece ay ışığında oluşan  gümüş yolun kıyıya uzanan parlaklığında yürümek, sonsuzluğunda ne olduğunu öğrenmek istersiniz…

Bir zamanların aba’sı  küçük Ceyda optimist kursunu bitirdiğinde okuldaki proje ödevi için “Ceviz Kabuğundan Tekneler” isimli bir öykü yazmıştı… Onu kitapçık haline getirmiş, arkadaşlarına dağıtmıştık.  Kitabı olan kız ünvanı nedeni ile okulda bayağı sükse yapmıştı… Zehra’nın elinden düşürmediği o öykü sayesinde Zehra’da yelkenci oldu. Yelkenci aile geleneğini sürdürüyor. Herkesin zengin spor gözü ile baktığı, her tarafı denizlerle çevrili olmasına rağmen kıymetinin bilinmediği denizleri ve denizciliği savunuyor. Eskilerin deyimi ile bizim deniz izcilerimizin medarı iftiharı oldu.

Ancak başka bir mutluluğumu belirtmeliyim. Göztepe Yelken şubesinin Torasan tesislerinde yapılan okul  yarışlarında, deniz üstünde görmeyi özlediğim manzara beni yıllar öncesine götürdü. Oradaki pek çok kişi bu manzaranın öneminin farkında değildi. Onlar bir görevi yerine getirme telaşını yaşarken ben denize gönül vermiş çocuk ve gençlerin arasında yüreğimin bir kuş gibi hızla çarptığını hissettim. Yelken sporunun okullarda yaygınlaşması ve bir spor dalı haline gelmesi için zamanın yelken sevdalıları sevgili Nazlı İMRE, Azat BAYKAL, Tevfik GÖRKEMLİ, Ferhat TEMELLİ, Yalçın BENGİ, Seyhun BİNZET gibi isimlerle birlikte olduğumuz günleri düşündüm.  Yelkendeki aktif günlerimizde okulları bu işe razı edememiştik. Deniz Harp Okulu’nun Tuzla’daki tesislerinde düzenlediğimiz Deniz İzci kamplarında yüzlerce çocuk ve genci denize çıkarmış, onlara denizin güzelliğini tattırmış, deniz sevgisini aşılamaya çalışmıştık. Şimdi o günleri, kampları gerçekleştiren insanları sevgi ve hasretle arıyorum.

Bütün bunlar bana tarih öncesi günlerde kalmış gibi geliyor. Ne çabuk değişime uğradık? Oysa denizi ve denizcilik sevgisini yaymak için çabalayan bu muhteşem insanları, her çalışmada emeklerini ortaya koyan,  herkese yardımcı olmak için uğraşan onlarca gönüllü insan nereye gitti?

Türkiye’de tüm eleştirilere rağmen yelkende kendi sınıfımızı ve teknemizi oluşturamadık. Hep yabancı menşeili tekneler ile yarışlar yapıldı. Bizim denizlerimizin eseri olan, eski ustaların oluşturduğu yelkenli, kürekli tekneler, yörelere ait sandallar kayboldu gitti…

Bugün muhteşem olan şey; Yelken’in okul sporlarına kabul edilmiş olması. Deniz kıyısındaki okullarda yüzme ve yelkenin eş güdüm halinde yaygınlaştırılması, çocukların salon oyunlarının dışına çıkarılması her beden eğitimi öğretmeninin, her yelken severin, her belediye başkanının ve ilçe spor müdürünün hedefi olmalıdır.  

Bana iki günde olsa hayal ettiğim şeyleri yaşattıkları; çocuk ve gençleri denizle buluşturdukları, onların mutluluklarının yüzlerinden okunduğu, yardımlaşma ve arkadaşlık duygularının yoğun olarak yaşandığı Torasan yarışlarını hazırlayan ve emeği geçenleri unutmayacağım.

Biliyorum ki deniz ile iç içe olan ve onunla dostluk bağı kuran çocuk ve gençler,  doğa ile mücadele etmeyi öğrenerek, yarışlarda birinci olmasalar da hayatta başarıyı yakalayacak cesarete sahip bireyler olacaklardır. Çünkü doğa, her insan için en büyük öğretmendir.

Ünlü düşünür Halikarnas Balıkçısı’nın dediği gibi… “Deniz; Dost’tur… Dost…” yeter ki kıymetini bilelim, denizciliği çocuk ve gençlerimize sevdirelim…

 

Yazı ve Fotoğraflar: Taner Tümerdirim / Köşe Taşı

tanertumerdirim@gmail.com

Yapılmış Yorumlar (2)

Mehmet Cengiz
20 Mayıs 2022, 23:54

Kaleminize sağlık. Maalesef 3 tarafı denizlerle çevrili olan Ülkemde Denizcilik pek tanınmamış ve sevdirilmemiş.

Burçak Karadeniz
21 Mayıs 2022, 19:49

Çok güzel bir yazı olmuş tebrik ederim sizi Taner Bey

Yorum Yap