1 Mayıs'ta Dünya seyahati hayaliyle İstanbul'dan çıkarak başladığımız yeni hayatımıza verdiğiniz desteğe teşekkür etmek için sizlere yazmak istedim. Yaptığınız röportaj sayesinde birçok yeni denizci ile tanıştık, çoğaldık ve pek mutlu olduk.
Biz yaklaşık 15 yıldır bu hayalin peşinde koşuyoruz. Genelde lokomotif Sencer. Ben hayli arkadan izliyorum ama son zamanlarda bendeki gitme isteği de o kadar ağır bastı ki sanki rolleri değiştik biraz. Son iki yıldır yaşananlar, en çok nefes alabildiğim yeri teknemiz SAL yaptı. Aslında son yirmi yıldır yaşananlar demek lazım ama bu iki yıl artık bardak taştı. Bence bir insanın en güzel yaşları olan ellili yaşlara ulaşmış olma lüksü de özgürleştirdi bizi aslında. Çocuklar yeterince büyüdü, zamanında ömürlük de çalıştık, yetti gari..
Şu anda da Kefalonya'ya geldik. Mora'yı hızlı geçtik ama tavsiyeler üzerine çok doğru noktaları bulduğumuzu düşünüyorum. Böyle elden ele tavsiye çok iyi oluyor. Öyle iyi öneriler geldi ki biz kendi başımıza olsak buraları seçmeyebilirdik mesela. Denizcilerin birbirini gözetmelerine bayılıyorum, bu yaşama geçtikten sonra en çok keyif aldıklarımdan..
1 Mayıs'tan bu tarihe yaklaşık iki ayda ancak burada olmamız, genelde gezginlerin başına gelen Yunanistan kıyılarının muhteşemliği karşısında büyülenip, Dünya’yı gezmekten vazgeçerek birkaç yıl burada takılalım demekten değil inanın. Evet burası Seireneler ile dolu, zevk-i sefa içerisinde ada ada aylarca dolaşmak çok çekici. Zaten şimdiki manifestom da o: "altmışlı yaşlarda da yılın yarısında buralarda olmak. "
Hala Yunanistan'dan çıkmadık zira arada üç haftalık planlı bir ara var. Büyük kızımızın mezuniyeti için Kanada'ya gittik, geldik. Böylece Atlantik'i önce bir uçakla geçmiş olduk. Aklım almıyor nasıl geçeceğiz bu okyanusu bakalım, uçakla bile git git bitmedi! Neyse, göreceğiz nasıl boy boylayıp, soy soylayacağız...
Şimdiye kadarki rotadan Yelkencinin Gazetesi okuyucuları için mutlaka önereceğim birkaç lokasyonu paylaşmak istiyorum.
Sporad Adaları
Türk yelkencileri buraya çok uğramıyor sanki, bilinen rotaların kuzeyinde kalıyor zira. Oysa İstanbul'dan varış kolay. Türkiye’den çıkışta Limnos ve sonra Yunanistan girişi yapılıyor. Arkasından ikinci durak burası. Biz bu adalar grubundan en çok Alonissos'u sevdik. Hem yeşil, hem sakin. Doğal parkı da var. Birkaç yerde de gemi enkazına dalış yapılıyor. Her koy’u ayrı keyif. Chorası tepede ve şahane bir manzara sunuyor insana. Bu ada grubunda Skopelos da var ki bir zamanların ünlü ABBA filmi burada çekilmiş. Evlilik sahnesinin çekildiği kilise dahi o zaman olduğu haliyle duruyor. Gitmeden nasıl bir yer olduğunu görmek için bu keyifli müzikal pek işe yarar. Bu arada, burada hala evlilik törenleri yapılıyor. Biz oradayken botla gelin ve damat geldi tören için. Film sahnesi gibiydi...



Sounio
Atina'nın güneyinde. Saron Körfezi’nin tam girişinde. Ana kara denizle yüksek bir uçurum ile buluşuyor ve uçurumun tepesinde antik Poseidon Tapınağı var. Buradaki koy’da onlarca tekne alarga durabiliyor; güneyli havalara açık, kuzeyden eserse pek sakin ve güvenli oluyor.


Botla karaya çıkıp tapınaktan güneşi batırmak şart bence. Gördüğümüz en güzel güneş batışlarından biriydi. Gece de tapınak ışıklandırılıyor, koy’daki teknenizden ayrı bir seyir keyfi sunuyor. Hele üstünüzde bir de ay varsa değme gitsin.

Aegina ve Moni Aegina
Saron Körfezi’nin tam ortasında fıstık ağaçları ile kaplı şirin kasabaları olan bir ada. Perdika bölgesinde 20-30 teknenin yanaşabileceği eski bir balıkçı barınağı var. Burası daha çok öğle vakti yemek yemek için gelen charter’lar tarafından kullanılıyor.

Girince iskele tarafında konuşlanmak daha iyi, karşı tarafın trafiği daha fazla. Bir de merkezde bir marina var fakat yoğun bir trafik var burada, yer bulmak zor.


Adanın güney batısında yer alan Moni Aegina’yı şiddetle tavsiye ediyoruz. Şu anda yerleşim yok. Sadece serbest dolaşan geyikler, ceylanlar, tavus kuşları ve keçiler var. Hepsini elden besleyebiliyorsunuz. Bu yüzden kavun, karpuz kabuğu da götürmek iyi olur açıkçası.

Nea Epidavros
Aegina'ya yakın, feribot ile de ulaşılabilinen küçük ve tarihi bir köy. Turistik değil. Daha çok yerel halkın tercih ettiği bir bölge burası. Minnacık bir marinası, marinanın içine boşalan da bir deresi var. Bu yüzden denize girdiğinizde suyun üst bölgesi buz gibi, altı bildiğiniz Ege. Berrak bir denize, çakıl taşlarına basarak giriyorsunuz. Hemen denizin içine masa atılabilecek lezzetli restoranları var. Marinanın yanındakinin birçok Türk dostu varmış, gönülden bir merhaba ile karşılıyor bizi. Burası tarihte de sağlık merkezi imiş, huzur veriyor gerçekten. Yirmi beş kilometre içeride M.Ö. 4.yy'da yapılmış, şu anda da hala aktif olarak kullanılan amfi tiyatro var ve evet amfi tiyaronun tam merkezindeki taşın üzerinde fısılfadansa bile en arka sıraya ulaşıyor. Efes'tekinden 400 yıl önce yapılmış, bu açıdan da değerli bir mekan. Aman drone kullanmayın yalnız, pek sert tepki veriyorlar.


Hydra
Adada araba, bisiklet daha doğrusu tekerlekli bir araç kullanmak yasak. Sadece el arabası gördüm o kadar. Ulaşım katırlarla ya da deniz taksileri ile. Bu arkadaşlar İstanbul taksilerini aratmıyorlar yalnız, gidiş dönüş de 30-35 euro. Biz botla gittik gideceğimiz yerlere. Ana liman tekneler için tam bir keşmekeş. Tek sıra yanaşma yetmiyor, yanaşanların üzerine bir sıra daha tekne yanaşıyor. İçindekiler bir arkadaki teknenin üzerine basarak karaya ulaşıyor. Kimin demiri, kimin üzerinde belli değil. Çok yakında Mandraki Koyu var. Biraz derin 20 metreye demir atılıyor ve neredeyse marina kadar kalabalık. Olabildiğince erken gelip yeni çıkan teknelerin boşalttığı yerlere girmek lazım. Fakat ada, yanaşma çabasına değiyor. Sanat galerileri, pek şık dükkanlar, kayaların üzerinde restoranlar var. Lezzetlerini tavsiye etmek istiyorum. Göz alışverişi için bile güzel. Leonard Cohen’in adası diye geçiyor zira kendisi burada yaşamaktan ilham aldığını söylermiş. Gerçekten de alınır ilham. Potansiyelim olmamasına rağmen bana bile biraz ilham geldi.


Monemvasia
Mora'nın ilk parmağında, yaklaşırken kocaman bir tepeyi görüyorsunuz, biraz daha yaklaşınca tepenin üzerinde de bir ortaçağ kasabası. Burası Ege'de olsaydı kocaman bir şehir olurdu ve turiste boğulurdu. Oysa oldukça yerel bir yer. Yıllardır tamamlanmamış bir marinası var, marinadan da sorumlu olduğunu düşünen bir restoran sahibi. İçeri girer girmez yardıma geliyor, sonra da restoranına davet ediyor. Akşam orada yedik nitekim, pek de memnun kaldık. Yunanistan'da hiç karşılaşmadığım Belçika biraları bile vardı. Ortaçağ kasabasının en tepesinde de Ayasofya'nın tıpatıp minyatürü bir kilise var. Görmek lazım dostlar, gitmek lazım. Burası da ömrü hayatımızda görülmesi gereken yerlerden birisi. Akşam dokuzdan sonra kahve istemeyin ama delirmişsiniz gibi bakıyorlar.

Şimdiye kadarki rotamızdaki tüm noktalar güzeldi aslında da, yazdıklarım hafızamıza kazınan, genel geçer yorumlarda pek de yer almayan, olur da fırsat çıkarsa tekrar geleceğimiz yerler. Yoksa Zakintos, İthaka, Kefolonya üçlüsüne de selamlar olsun.


Rotamızı ve bizi canlı takip etmek için linki aşağıda paylaşıyorum. Yaşadıklarımızı olabildiğince Instagram'dan @sallagidelim hesabından paylaşıyoruz, yakında aynı isimle YouTube’a da hazırlamayı planlıyoruz. Tekrar tekrar belirtmek istiyorum ki her tür yorum, soru bizi memnun ediyor ve yeni iyi insanlar ile tanıştığımız için çok mutlu oluyoruz.
https://share.garmin.com/sallagidelim
Şimdilik Eylül'de Cebelitarık civarında olmak ve Aralıkta da Atlantik’i geçmek hedefindeyiz. Selametle yapabiliriz umarım.
Sevgiler, saygılar...
Sema Salbaş
Fotoğraflar: Sema-Sencer Salbaş Arşivi
Yayına Hazırlayan: Doruk Ajans / Yelkencinin Gazetesi Kuruluşudur.