Dr. Nuray Kurt ile ilgili ilk iki makaleye aşağıdaki bağlantılardan ulaşabilirsiniz.
Yelkenci Dr. Nuray Kurt’un Aziz Hatırasına - 1. Bölüm
Yelkenci Dr. Nuray Kurt’un Aziz Hatırasına - 2. Bölüm
Dr. Nuray Kurt'u Zuzi ve Kristina Albu anlatıyor…
Yeğeni Zöhre Kurt, Nuray’ın tabiriyle Zuzi’nin kaleminden:

Ağabeyimi kaybedeli on yıl oldu. Üzüntüsüne babaannem sadece dokuz yıl dayandı, onu da 2022’nin kara Kasım ayında oğlunun yanına defnettik. Bu on yılda benim iki oğlum oldu, ağabeyim görmeyi çok istemişti. Küçük oğlum Koray, Nuray'ın kopyası. Onun gibi neşeli, bazen gürültücü, güzel yüzlü, muzip bakışlı. Bütün aile ona bakıp Nuray'ın hikayelerini anlatıyorlar. Ağabeyimin daha önce de gelip gittiğimiz ve konuştuğumuz dostları birer birer eksildiler, o en çok sevdiği ‘Masadan birer birer eksiliyor dostlar’ şarkısındaki gibi. Bense onunla son yelken maceramızı hatırlıyorum, Karayipler’de, 2012’de…
Akşam altı gibi telefonum çaldı. Numarayı bilmiyordum ama gene de açtım. “Zuzi n’apıyorsun” diyordu ağabeyim. Dünya turundaydı, sesi heyecanla dolu hayatının en büyük hayalini gerçekleştiriyordu. Ben de onunla buluşuyordum, izinlerimi almış, programımı ayarlamıştım. Her şey hazırdı. “Teknemde sorun çıktı. Virgin adalarına gelemiyorum, sen biletini Grenadin’lere değiştir!” diye devam etti. Sonra teknesindeki sorunlardan bahsetti, kısa konuşmamızı kapattık. Hemen işe koyuldum, internetten teknenin bozulan radarını ısmarladım, diğer eksiklikleri tamamladım, yeni biletler aldım. Hazırdım.
Şubat sonuydu ve fırtınalar Karayiplerin üzerindeydi. Gecikmeler, sallantılı uçuşlardan sonra San Vincent’e inmiştim. Uçağım 5 saat kadar geç kalmıştı. Geceydi, karanlıktı, marinaya nasıl gideceğimi düşünür iken ağabeyimi gördüm. Havaalanına gelmiş ve beni beklemişti, hem de marinada edindiği arkadaşıyla beraber. O nereye gitse hemen arkadaş edinirdi, insanları çekiyordu gözlerindeki gülümseme. Anka’ya ulaştık ve dalgalanan denizin üzerinde beşikte uyur gibi uyuduk o gece. Sabah ışığı ile birlikte birkaç haftalık Karayip gezimizi planlayıp yola çıktık. İlk durağımız Port Elizabeth’e vardığımızda öğlen vaktiydi, yavaş bir yağmur çiseliyordu. Ertesi sabah Canouan’a doğru yelkenleri açtığımızda o çiseleyen yağmur 2 metreyi aşan dalgalara dönüşmüştü. Benim gözüm korkuyordu ama ağabeyimin yüzünde güller açıyordu. Teknenin yarısı suya batarken, yelkenin iskotasını elime veriyor, dümene geçip “İşte bu yüzden yelkenlimi seviyorum.” diyordu. Dalgaların kaldırıp indirdiği teknenin bir ucundan diğerine yürürken seken ayağını görebiliyordum, malum birçok ameliyat geçirmişti ve en büyüklerinden birinde uyluk kemiğinden parça alınmıştı, topallıyordu. Yağmur ve deniz suyu ile ıslanan gömleğinin altından göbek fıtığı ve üzerindeki ameliyat izleri gözüküyordu, yelken iskotalarını çektikçe derisinin altındaki port katetere gidiyordu eli ama yüzünde büyük bir sakinlik vardı, mutluydu. O gün anlamıştım ağabeyimin deniz korkusu değil de deniz aşkı olduğunu. Milim milim ilerlerken aklımdan şunlar geçiyordu “Acaba kıyıya kadar yüzebilir miyiz ve bilgisayar ve kameram bu suya dayanır mı?’’ Malum doktoram bitiyordu ve tezim bilgisayarımdaydı. Birkaç saat sonra deniz dindi, yola devam ettik. Her zamanki gibi uyumadan önce biraz yüzüp mercanların arasında balık aradık.


Karayiplerde ilerlerken iki şeyi fark etmiştik; su, şişelenmiş herhangi bir içecekten daha pahalıydı ve konserve yiyecekler en ulaşılabilir gıda kaynağı idi. O yüzden balık avlayıp bira içiyorduk, kasa kasa aldığımız içecekleri de tekneye getirmek için dingimizi kullanıyorduk. Tobaco Cays’e vardığımız gece, dingimizi her zamanki gibi kaldırdık, ışıkları kapatıp güneşin doğuşuna uyandık. Ama uyandığımızda dingi yerinde değildi. Yarım saat geçmeden 3 orta yaşlı adam yelkenlimizin yanına geldi. Kayıklarının yanında dingimiz duruyordu. “Bu sizin mi ? Karşı kıyıda bulduk” dediler. Ağabeyimin gözleri endişe ile dolmuştu, “Motor ıslanmadı değil mi?” diye sordu ilk başta. Adamlar soruyu cevaplamadan para karşılığı dingimizi geri vermeyi teklif ettiler. İstedikleri meblağ fazlaydı ama ağabeyim bana bakıp gözlerini yumdu, parayı verdik ve dingimizi aldık. İkimiz de üzgün ama daha çok kızgındık, dinginin kendiliğinden düşmesi ve karşı kıyıya gitmesi imkânsızdı. Yarım saat geçmeden Tobaco Cays milli parkının yetkilileri yanaştılar teknelere, parkta kalmak için ödeme alıyorlardı. Bizim teknemize yanaştıklarında ben kızgın bir şekilde nasıl denetleme yaptıklarını sordum. Ağabeyim derdimi anlamıştı. Kavgayı sevmezdi, ne kadar kızgın da olsa, ne kadar haksızlığa da uğrasa tatsızlık çıkmasın isterdi. Bana işaret ediyordu ama ben dinlemedim, hikayemizi anlattım, çok zor durumda bırakıldığımızı, bunun bir haksızlık olduğunu ve turistlerden bu şekilde faydalanılmaması gerektiğini söyledim. Not aldı yetkili dediklerimi, bir umudum yoktu, sonuçta yetkililerin bir şekilde yardımcı olabilecekleri beklentisi gelişmemişti tecrübelerimden. Kıyıya gitmeye hazırlanırken yetkililer yanlarında aynı 3 adamla geldiler, bana tasvirimdekilerin onlar olup olmadığını sordular. Onayladım, elime bizden aldıkları parayı verip özür dilediler ve gittiler. Ağabeyimle o kadar mutlu olduk ki o gece balık şarap keyfi sürdük teknede. Arka fonda onun favori şarkısı ile “Masadan birer birer eksiliyor dostlar”.
Dostlar, hayatlar hepsi birer birer eksiliyordu… İki yıldan az zamanı olduğunu kimse bilemiyordu biz bu şarkıyı dinlerken. Her yıl en sevdiğin gündü doğum günü. Bugün yine seni kutladım canım ağabeyim. 58 yaşında oluyorsun bugün, o kadar yaşlandım mı dediğini duyar gibi oluyorum. On yıl geçti ama eksikliğini dolduramadım.

Kristina Albu anlatıyor:
Bilmem neden Bulgaristan Denizcilik Federasyonu bize Güney Pasifik Okyanusu’nu geçtiğimiz için bir ödül vermek istedi. Ama bizim yaptığımız cesaret veya başarı değildi; bizim şansımız çok sevilen güzel bir tekneyi trajik bir durumdan kurtarmaktı, bu tekneyi kurtarırken de en büyük hayalimizi gerçekleştirme fırsatı bulduk. Bu hayal sadece bizim değil, Nuray’ın da en büyük hayaliydi. Bu yüzden de her aşamada daima Nuray’ı hatırladık. Ödül töreni sırasında yaptığımız konuşma aşağıdadır, bu ödüldeki payımız sadece kısmidir.
‘’Bu ödülü yakın dostumuz ve Anka’nın bizden önceki sahibi Dr Nuray Kurt’a adıyoruz. Nuray bir yandan kemik kanseriyle mücadele ederken bir yandan da teknesini hazırlayıp yolculuğunu planladı, ama Curaçao’ya vardıktan hemen sonra kanserle olan savaşında yenik düştü. Onun yaşamıyla verdiği mesaj ve cesareti kalbimizde sonsuza dek yaşayacak. O bize hayal kurarken cesur olmayı ve zorluklarla engellere aldırmamayı gösterdi.
2004’te Yunanistan’daki Odyssey yarışında Adrian’la tanıştığımızdan beri hep birlikte denizlere açılmanın hayalini kurduk. İkimiz de yelkenlilere aşina büyüdük ama Adrinan için deniz özgürlük demekti. 1989’da o ve babası Romanya’daki komünist rejimden kurtulmak için hiç denizcilik bilmeden kendi yaptıkları bir tekneyle Karadeniz’den Yunanistan’a kaçmayı başarmışlardı. Benim yolculuğum bambaşkaydı. Babamın tutkusu tekne yapmak ve yelkendi, onun atölyesinde fiberglas kokusuyla büyüdüm. Bu nedenle yelken bizim için spor veya boş zaman aktivitesinden çok daha öte bir yaşam biçimidir.

Oğlumuz Alex’in de bu yaşam biçimini ve özgürlüğü sevmesini istediğimiz için Anka’ya atladık ve o daha 10 yaşındayken Pasifik Okyanusu’nu geçtik. Umarım o deneyimin bir parçası kalbinde yaşar, macera merakını ve özgürlük tutkusunu canlı tutar. Bize göre limandan çıkmak en büyük mücadele, en büyük zorluktur. Bir kez denize çıkınca okyanusun verdiği özgürlük hissi hem bulaşıcı hem de bağımlılık yapar.
Curaçao’da tekneyi sadece iki ayda hazırlayıp 20 Haziran’da seyre başladık.



Karayiplerde kasırga sezonu yaklaşıyordu, gitmek zorundaydık. Dr. Kurt, Anka’yı yola ilk çıktığında mükemmelce hazırlamıştı ama Atlantik Okyanusu’nda Anka’nın motoru arıza yapmış, elektrik kabloları korozyona uğramış ve Nuray’ın ölümünden sonra da Curaçao Adası’nın yakıcı sıcağında 3 yıl karada beklemişti.



Okyanusu geçmek için iyi bir bakımdan geçmesi gerekiyordu. Dolayısıyla yola çıkmadan önceki en büyük mücadelemiz 30 yaşında bir tekneyi tanımak ve bütün sorunlarını çözmeye çalışmak oldu, ekibin güvenliği için gerekli en önemli ve en temel konuların bir listesini yaparak hazırlandık. Deneme seyri yapacak veya Alex’i yelkenlide bir hayata hazırlayacak zamanımız yoktu. Kasırga sezonu başında güney Karayiplerde zorlu bir seyir yaptık. Yola çıktığımız andan Avustralya’ya varana dek Panama Kanalı’nı geçerken olsun, Güney Pasifik’te ilerlerken olsun hep Nuray’ın yukarıdan bir yerlerden bizi seyredip koruduğunu hissettik. Geçişlerimizi hava durumlarını değerlendirip, kılavuz kitaplarını okuyarak ve tecrübeli denizcilerden bilgiler alarak planladık, Pasifik de bize iyi davrandı.

En uzun geçişimiz sırasında, Galapagos’lardan Fransız Polinezyası’na giderken yolun tam ortasında, herhangi bir karaya 1500 mil uzakta, teknemiz aniden bir tane çok güçlü, birkaç da ufak darbeyle sarsıldı. O an yol boyunca kendimizi en güçsüz hissettiğimiz andı. Güverteye çıktığımızda büyük bir şeye çarptığımızı anladık, sonra da yüzeyde uyuyan bir balinaya çarptığımızı farkettik. Teknenin sancak bordasının altında balinanın sırtını gördüğümüz anda bu uçsuz bucaksız okyanusta ne kadar ufak ve çaresiz olduğumuzu çok derinden hissettik.


Hazırlanmak için çok zamanımız yoktu. Çünkü Adrian, Ocak’tan Nisan’a kükreyen 40’larda (40 derece enlemde) Pasifik’i geçmişti. Babasıyla birlikte Phoenix (Anka) adlı 10 metre tekneleriyle Yeni Zelanda’dan Şili’ye olan 5000 millik yolu 45 günde almış, oradan Patagonya fiyortlarına ve sonra da Horn Burnu’nun 150 mil berisindeki Port Williams’a ulaşmışlardı. O sene çok sert bir kış vardı, üstelik de erken başladığı için Horn Burnu’nu dönmeyi bir sonraki sezona bırakmışlardı. O yüzden Adrian kendi yolculuğuna başlamak için Şili’den Curaçao’ya uçmuştu.

İşte o sezon kasırga mevsiminin resmi başlangıç tarihi olan 1 haziran gelmeden önce tekneyi hazırlamak için 1 ayımız kalmıştı. Bir tarafta kasırgalardan kaçmak, diğer tarafta da Kasım başı başlayan siklonlara yakalanmamak için yarışıyorduk. Az zamanımız olduğundan San Blas (Panama), Galapagos, Marquesas, Fransız Polinezyası, Tahiti, Bora Bora, Cook adaları, Tonga, Fiji, Vanuatu ve Yeni Kaledonya gibi yerlerde 2-3 gün kalarak elden geldiğince çok sayıda adayı ziyaret etmeye çalıştık. Beş ay gibi kısa bir zamanda dünyanın en büyük okyanusunu geçtik, 9500 mil yol yaptık ve 7 ülke ve krallıkta 20 adadan fazla ada gördük. Bu sırada bir kahramanlık yaptığımızı düşünmedik, yapmamız gerekeni yaptık, Anka’yı kurtardık, arkadaşımız Nuray’ın ve kendi hayalimizi gerçekleştirdik. Yeniden para ve enerji biriktirip yolculuğumuzu Nuray’ın başladığı yerde, Türkiye’de tamamlayana kadar Anka Avustralya’da bu sahilde evimiz olacak.

Gittiğimiz her yerde Nuray’ın öyküsünü anlatıyor ve onun bize yaptığı gibi etrafımızdakileri yüreklendirmeye, limandaki emniyeti, tanıdık bildik sulardaki rahatlığı bırakmaları ve hayallerini gerçekleştirmeleri için gerekli cesareti ve gücü bulmalarını sağlamaya, ilham vermeye çalışıyoruz. Biz Balkan halklarında çok bulunan inanç, iyimserlik ve sebatla Nuray’ın hatırasını gelecek kuşaklara taşıyacağız.''
Konuk Yazar: Nadire Berker
Fotoğraflar: Nadire Berker ve Selim Yalçın Arşivi
Yayına Hazırlayan: Doruk Ajans / Yelkencinin Gazetesi Kuruluşudur.