Yelkenli Benim Evim

Antalya'da denize bakan evde doğdum... Yazları da dört ay Konyaaltı sahilinde obalar dediğimiz ahşap evler ve çadırlarda kalıyorduk. Bu süreçte de sıkça ahşap kayıklarla denize çıkabilirdik. Ayrıca arada sırada Kaleiçi’nden kayık kiralayıp falezlerin önüne giderdik arkadaşlarla. O zamanlar Antalya küçük bir şehirdi. Annem İstanbul, Kadıköy'de büyümüş deniz aşığı bir insandı. Antalya’da yaşamak deniz olduğu için ona da iyi gelmişti. Elbette Antalya'da deniz kültürü ve balık kültürü İstanbul kadar gelişmiş ve kaliteli değildi. Hatta çoğu Antalyalı aile, balık kokmasın diye evde balık pişirilmesine karşı idi. Daha ilginç olanı Antalya'da İstanbul'a göre bazı balık isimleri farklı olup rüzgar isimleri bile yönlerine göre ufak tefek farklılıklar göstermektedir. Antalya halkının büyük bir çoğunluğu yörük kökenli olduğu için, yörükler de yazları ataları yaylaya göç ettiğinden deniz ve balık kültürü Ege hele de İstanbul’a göre biraz geri kalmıştı. Böyle bir ortamda, büyük bir şansla denizi sonuna kadar kullanan ve deniz kültürünü bilen ailede büyümüş oldum.

Üniversiteye İstanbul'a gittiğimde lakabım lüfer idi. Bunun sebebi de İstanbul'dan İstanbul'a yiyebildiğim ve hep hasretini çektiğim lüfer balığının Antalya'da olmamasındandır. (Lüferin deniz kenarı bir şehirde olan Antalya'da hala olmaması! Ankara'da bile rahatlıkla Kasım ve Aralık aylarında bolca bulursunuz balık pazarlarında). Bunun sonucunda da ilk yılımda üniversitedeki arkadaşlarımla Galata Köprüsü yanmadan gittiğimiz Köprüaltı Restoran’da büyük iştahla yediğim lüferlerin faturasını ödeyememekten gelmekteydi ki iki gün sonra Galata Köprüsü’nü büyük yangınla kaybettik. Çapa'da diş hekimliği fakültesini bitirdikten sonra Antalya'ya döndüm.

Amatör Denizci Belgemi 2004 yılında aldım. O tarihte sevgili ağabeyim Chiko adında küçük bir yelkenli alıp Antalya Setur Marina'ya koymuştu. Ben de yancı olarak konuya hızlıca dahil oldum. Ara ara Chiko ile denize çıkıyordum. Daha sonraları Alman bir hastama Alman firma bir yelkenli tekne aldık. Ben de o tekne ile çok fazla seyir yapma imkanı buldum. Böylece denizden, denizcilikten, deniz hayatından ve özellikle Setur Marina Antalya'dan kopmamış oldum.

Antalya Setur Marina gerçekten bir büyük aile. ‘’Ship Inn Marina Restaurant’’ sahibi Mustafa Demirok’u 2005’lerden tanırım. Meyhane Marina kurucusu Barış Güzelbayır ile gerçek ve eski dostluğumuz vardır. Sonrada Meyhaneyi devir alan Özleyiş - Emre çifti ile yine güzel anlar paylaşıp dost olduk. Değerli Marina Müdürümüz Ziya Baykal ve çalışanları bana inanılmaz kucak açtılar. Gerçekten burası çok büyük güzel bir aile.

2020 yılına geldiğimizde ilk yelkenli teknemi aldım. 30 feet yeke dümen klasik bir Fransız. Gerçekten şekil itibari ile denizci, arması müthiş ve 30 feet olmasına rağmen inanılmaz ergonomik ve konforlu bir tekne. Teknenin içindeki tüm ahşap aksam, çok değerli bir ağaçtan ve damarları çok belirgin. Yuvarlak hatlarla yekpare yerleştirilmesi de harika bir keyif ve yaşam alanı sunmaktadır. Tekneyi sevgili Beyin Cerrahı Hakan Çakın dostumdan almak için teşebbüse geçtiğimde teknenin survey’ini İngiltere’den belgeli Ufuk Timur kaptana rica ettim. Ufuk Timur kaptana sonsuz güvenim vardır. Ayrıca kendisi yelkenciliği pekiştirmemde çok emek vermiştir. Buradan teşekkür etmek isterim.

Bu tekneyi aldıktan sonra hafta sonları yelken yapmaya başladım amatör ruhla. Bu harika bir meditasyondu. Tüm iş hayatım ve evliliğin verdiği yorgunlukları teknemde yelken yaparken atıyordum. Zamanla Man Cave'e dönüşmüştü teknem. 2023 Mayıs ayında eşimden ayrılmam ile tamamen tekneme yerleştim. Önümde kocaman bir 6 ay vardı kışa kadar. Bu yaz dönemi sürecinde kendime ev açabilirdim. Fakat Setur Marina’daki güven ve aile yapısı, marinadaki hayat, çalışanların ve tüm tekne sahiplerinin, kaptanların güzelliği ev açmama gerek olmadığını düşündürdü. Artık 30 feet olan küçük teknemde yaz-kış yaşıyor ve tüm ihtiyaçlarımı marinada karşılayabiliyordum. Her sabah ayrı bir muhteşem güneş doğum manzarasına uyanıyor, akşam olduğunda ise Allah’a verdiği sağlık ve bu ortam için şükür ediyordum. İstediğim anda tonoz halatımdan ayrılıp denizde yelken seyirimi yapıp geri dönüyordum. Muayenehaneme ise yazları denize atlayıp, gecenin mahmurluğunu attıktan sonra gidiyordum. Böylece iki yılım geçti.

Antalya’da kışları üç veya dört kere inanılmaz şiddette fırtına olur gök gürültülü sağanak yağış ile beraber. O gecelerde de emektar marina çalışanları ile omuz omuza verip Allah'a ve Poseidon’a beraber dua edip, yalvarıp teknelerin halatlarını kontrol ediyoruz. Kaç kere iskelenin birbirinden ayrılması riski ile karşı karşıya kaldık ve marina çalışanlarının özverili çalışmaları ile o riskleri bertaraf ettik. Yılda 30 gece de orta şiddetli fırtına sizi teknede uyutmamak için sallar, sallar, sallar… O günlerde sabahları işe giderken zorlanırım. Çünkü güzel uyumamışımdır. Bir kere zatüre başlangıcı teşhisi ile hastanede yattım. Küçük bir ısıtıcım var. Gerçi tekne içi küçük oldugu için ve açık denizlere göre yapıldığı için çok korunaklı ve hemen ısınıyor. Bunlar toplamda belki 60 gün süren gelip geçici zorlukları. Unutmayalım, yılda harika 300 gün kalıyor geriye.

Belki Fok Balığım Var Benim

Marinada kış aylarında kimseler olmaz. Herkes teknesini bağlar ve belki ayda bir uğrar. Bu sebeple, bu sakinlikle Doğu Akdeniz’de sayıları sadece 900 - 1000 adet civarı olan fok balığı marinamıza ziyaretçi olarak gelir. Belki ışığımdan, belki de dışarıya verdiğim ısıdan benim tekneme gelir, yapışır ve sallar. İlk geldiğinde teknenin içinde otururken inanılmaz korktum. Teknemi öyle bir sallıyordu ki şehirde büyük bir deprem olduğunu düşündüm önce. Sonra tekneden çıkmadan diğer teknelerin direklerine baktım, hiçbiri sallanmıyordu. Acayipti durum. Dışarı çıktığımda büyük bir fok bana bakıyor, horlama ve merhaba sesleri karışık benimle iletişime geçmeye çalışıyordu. O an, o foku video’ya çekemedim. Daha sonra, belli ay aralıkları ile tekrar tekrar beni ziyarete geldi. Birkaç kez video’ya almayı başardım.

İnanın bu manzara ve iletişim inanılmaz bir duygu. Yaren leylek ve Balıkçı Adem Yılmaz gibi. Ama elbette zamanı belirsiz benim fokun veya fokların.

Yunus Sürüsü Macerası

Kışın yine kimseler yokken marinamıza yunus sürüsü girdi. Bu büyük güzel canlılar marinamızdan çıksın bir yerlere, halatlara takılmasın diye çok emek verdik marina çalışanları ile. Sizce tüm bunlar neye değişilir? Sizce benim yaşadıklarım çok özel ve farklı değil mi?

Belirtmeliyim ki marinada, teknede yaşamda en büyük sıkıntı yatakların yaylı yatak yerine sünger yatak olması ve dar olması. Bu sorunu da bir marangoza teknenin kıçının tamamını portatif üç kişilik yatağa çevirterek çözdüm. Seyire çıkacağımda teknenin kıçını normal eski haline 2 dakikada getirebiliyorum. Ya da yatmak istediğimde de yine iki dakikada 3 kişilik yatağa sahip oluyorum. İnsanoğlu var oldukça çözümlerde vardır diye düşünüyorum. Bunu da çözdüm!

Benim özetle iki yıllık marina hikayem bu. Sonuna kadar okuyan varsa ödül olarak tekneme beklerim balık yemeyeJ

Tüm amatör denizci ve deniz sevdalılarına sonsuz saygılarımla... 🙏

Konuk Yazar: Volkan Kocakanat

Kamera ve Fotoğraflar: Volkan Kocakanat Arşivi

Yayına Hazırlayan: Doruk Ajans / Yelkencinin Gazetesi Kuruluşudur.

Yorum Yap