Bir Yelkenci Klasiği Prens Adaları

Yeni bir yazı dizisiyle tekrardan sizlerle buluştuğumuz için çok heyecanlıyız. Bu yazımızda biraz teknede yaptırdığımız değişikliklerden biraz da tecrübe maksatlı sık sık gittiğimiz Marmara’nın yakışıklı adaları Prens Adaları gezilerimizden bahsetmek istiyoruz.

Teknede İşler Hiç Bitmez

Tekneye survey yapıldığında değiştirilmesi veya yenilenmesi gerekenleri öğrenmiştik ama üstüne bizim de ihtiyaçlarımız doğrultusunda eklemek istediklerimiz vardı. İlk iş olarak survey’de kazanı patlayan boiler’ı yani su ısıtıcıyı değiştirmeye karar verdik. Tahminimiz teknenin yaz, kış kara elektriğine bağlı olarak bırakılması neticesinde boiler’ın sürekli olarak çalışmasıydı. 30 litre kapasiteli boiler’ımızı taktırdıktan sonra sıra teknenin arma kontrollerine ve halat değişimlerine geldi.

Dufour’un 2016’da takılmış orijinal halatları halen üzerindeydi, zaman içerisinde güneş yanmaları ve tuzlu suyun etkisiyle deformeler başlamıştı. Alman firması Gleisten marka halatları kullanmayı tercih ettik ve soluğu Beşiktaş’ta bulunan Polimarin dükkanında aldık. Ustamıza tüm halatlarımızı yenilettik, arma kontrollerinden sonra yelkenlerin bakımlarını yaptırıp genova yelkenimizin UV korumasını yenilettik.

Sprayhood ve biminiler de miadını doldurmuş, su geçirmezlik özelliğini kaybetmişti. Tam zamanlı yaşamı da göz önüne alarak kışlık kapamalar ile yazın da güneşten korunmak için güneşlikler yaptırmaya karar verdik. Ölçülerin alınmasının ardından başka bir kumaş ile  prova yapıldıktan sonra  fiyat / performans açısından mantıklı bulduğumuz orijinal sunbrella kumaşlar ile dikime başlandı.


Bununla birlikte minderlerimizin de kılıflarını yenilemek istedik ve aldığımız yüksek fiyat tekliflerinden sonra bahçe mobilyası yapan bir firma ile anlaşıp üçte bir fiyatına minderlerimizi su geçirmez kumaşlar ile yenilemiş olduk.

Son olarak belki marinada iken işimize yaramayacak ama uzun vadede hayatımızı kolaylaştıracak, Türkiye’de distribütörlüğü olan, aradığımızda ulaşabileceğimiz bir firmaya ait çamaşır makinesi satın almaya karar verdik. Kurulum aşamasında ustalarımız da uzaktan destek vererek kısa sürede kurulumunu sağladılar.

Teknede öncelik verdiğimiz işleri tamamladık ve başka eklemek istediklerimizi aceleye getirmeden yaşadıkça deneyimleyerek değiştirmenin en doğrusu olduğuna karar verdik. Tekneye yerleşmiştik, yapılacaklar listemizi tamamlamıştık, artık hafta sonu gezilerine ve Marmara Denizi’nin bize kazandıracağı tecrübelere hazırdık.

Tarih Kokan İstanbul’un Nefes Alan Yüzü

İstanbul’un büyülü atmosferiyle çevrili Prens Adaları’na doğru açtık yelkenimizi. Denizin mavisine karışan tarihinin kokusunu, martılara simit atarak gidilen deniz yolculuğunun, vardığınızda sizi karşılayan renkli evlerinin kıymetini İstanbullular çok iyi bilir. Zamanda yolculuğa çıkmak gibidir adalar… İstanbul’dan bir kaçış noktasıdır. Hem bu kadar içimizde olup hem de kaostan uzak kalmış nadir yerlerdendir. Burada zaman yavaşlar, uzun zaman sonra çiçeklerin kokusunu alır burnunuz, dondurma yemenin bile ayrı bir tadı vardır.

Yaklaşık 4 saat süren yelken seyrimizden sonra ilk durağımız Kınalıada’nın batısında olan nispeten korunaklı ama soluganı bol olan hem halk plajının olduğu hem de özel işletmelerin olduğu küçük bir koy oldu. Koy’da misafirperverliğinden, tatlı sohbetiyle yüzümüzü güldüren, mis gibi anne patatesiyle midemizi şenlendiren Türkan ablanın yerinden bahsetmezsek olmaz. Denizin tadını çıkartıp arkadaşlarımızla yeni anılar biriktirdiğimiz bu koy’da günü en güzel renkleriyle batırıp kısa bir seyirden sonra konaklamak için adalar arasında tek korunaklı ve demiri güzel tutan Heybeliada Çam Limanı’nda soluğu aldık.

Taze çekilmiş çekirdeğin mis gibi kokusuyla kahvelerimizi demlerken fondan gelen martı sesleri ile güne başladık. Rom’u gezdirirken karada gördüğümüz halsiz kuşa elbette kayıtsız kalamazdık. Kucaklayıp tekneye getirdiğimiz kuşa biraz su içirdip, bimininin gölgesinde dinlendirip tekrar ait olduğu bu güzel adada ki kayalıklara bıraktık.

Elbette ki ufak problemler de olmadı değil. Su kapasitemizden ve nasıl kullanılması gerektiğinden arkadaşlarımıza bahsetsekte alışık olmadıkları için 380 litrelik temiz suyumuz bir buçuk günde bitmişti. İskeleden su almak yerine onların gözünü biraz korkutup 6 adet 5 litrelik pet şişede içme suyu alıp kalan günlerde bu miktar su ile idare etmek zorunda olduklarını söyledik. Korkutmak işe yaramış olsa gerek 2 gün boyunca 30 litre suyu gıdım gıdım kullanıp idare ettiler. J Denizde olmanın hazzı bambaşka olsa da insana azla yaşamayı  öğretiyor. Oysa ne kadar bol kepçeden harcıyoruz kaynaklarımızı evlerimizde.

Kınalıada ve Heybeliada’da deniz keyfi bambaşka olsa da rakı, balık denilince akla Burgazada gelir. Önce tekneyi neta ettik, arkasından vira demir Çam Limanı’ndan avara olup Burgazada’nın karşısında küçük bir adacık olan Kaşık Adası’nın önündeki tonozlardan birine bağlanmayı tercih ettik. Zaten o tonozlara yaklaşmanız sonrasında karar vermeniz gereken tek şey farklı restoranlardan gelen dingilerden hangisinin davetine icabet edeceğiniz oluyor.

Duşumuzu aldık, en güzel kıyafetlerimizi giyip süslendikten sonra Sahil Restoran’ın yolunu tuttuk. Damak çatlatan mezeleriyle soframızı donattık, yanına bir küçük rakımızı açtırıp koyu bir sohbete daldık. Orada yediğimiz levrek simidin tadı hala damağımızda. Günü Burgazada’nın mis gibi kokan yemekleri eşliğinde sonlandırdık.

Vakit darlığından gidemediğimiz diğer adalara uzaktan selam yollayıp Hayırsız Ada’dan (Sivriada) geçerken içimizi kaplayan ince sızısıyla marinamıza doğru seyire koyulduk.

Yassıada

Sivriada İstanbul’un tarihinde ne yazık ki kara bir leke olarak kalıyor ve halk tarafından hayırsız olarak anılmaya devam ediyor. Üstünden yıllar geçse de birçokları olayı hatırlamayacak olsa da burası bizim için her zaman Hayırsız Ada olarak kalacaktır.

Yazı ve Fotoğraflar: Dilan & Cihad Yarkın / Sailing Rom

Yayına Hazırlayan: Doruk Ajans / Yelkencinin Gazetesi Kuruluşudur.

Yorum Yap