Deniz ve Zorluklarla Geçen Bir Kış

Limanda birçok kişi teknelerini kışlamak için karaya veya çekek yerlerine götürdü. Benim bulunduğum sırada yalnızca 6-7 tekne kalmıştık. Sonbaharı hep gezip dolaşarak, balık yakalayarak geçirdim. Havaların soğumasıyla liman ıssızlaştı ancak denize olan tutkum ağır bastığı için sık sık teknemde vakit geçirmeyi seçtim.
Denize açılmadan, bağlı bulunduğu yerde bazen sabah kahvaltımı yapıyor, bazen akşam yemeği için gidiyor ve içinde oyalanacak şeyler buluyordum kendime. Denizde olmak benim için yeterliydi. Ancak bunları kaleme alırken güzel anılardan çok, yaşadığım zorluklar geliyor hep aklıma. Yazımda hep sıkıntılardan bahsediyor gibi olsam da bu zorlukları yaşarken edindiğim unutulmaz anılar benim için çok kıymetli.
Şile’de yılda en kötü ihtimalle 2-3 şiddetli fırtına olur. Bunlardan ilkinde çarmıh tellerimden biri kopmuştu. Limandaki dostlarımdan gelen haber üzerine tekneyi kontrole gittim. Teknemin yanına geldiğimde direğin diğer tellere yüklendiğini fark ettim. Hava soğuktu, yapabileceğim bir şey o an için yoktu. “İdare eder” diye düşündüm. Güneşli bir havada, birkaç kişinin yardımıyla sorunu düzeltebilirdim.
Eve gittim, internetten paslanmaz krom tel siparişi verdim. İlerleyen haftalarda ıskota ipi ile direğin kopan tarafına yükü alması için bir gerdirme yaptım. Aradan birkaç hafta geçti ve ben hala halatı tamir edememiş, ihmal etmiştim.
Sonra iş yerinde çalışırken yan teknedeki komşum bana ulaştı: Gece çıkan fırtınada direk denize devrilmişti! Çoğu suyun içindeydi, ucu da teknenin kenarına uzanmıştı. O gün; kışın en soğuk, karın en yoğun yağdığı gündü. O dönem çalıştığım iş yeri Kurtköy’deydi, Kurtköy ile Şile arası yaklaşık 60 km’ydi. Maalesef işten çıkıp tekneye varmam 3 saati bulmuş ve beni yorgun düşürmüştü.
Teknenin yanına geldiğimde manzara moralimi bozmuştu. Bütün kötü olaylar neden benim başıma geliyordu, anlam vermek mümkün değildi. Teknenin üstü kar dolmuştu, tekneye çıkmak tehlikeli bir hal almıştı. Zar zor belirli yerleri temizleyip üzerine çıktım. Direği denize düşmeden kurtarmam gerekiyordu. Normalde dışarıda olsa tek başıma kaldırabileceğim bir ağırlıktaydı ama denize düşünce içine su dolduğu için çok ağırlaşmıştı, zor hareket ediyordu.
Bir - iki kere yüklendim, gücüm yetmedi. Sonra biraz soluklandım, milim milim çekerek suyun boşalmasını bekledim. Uzun bir uğraşın ardından direği sudan çıkarabilmiştim. Üzerindeki seyir ışıkları ve TV anteni denize düşmüş, kaybolmuştu. Direk, tekne üstüne bağlı olan bağlantı cıvatalarından kopmuştu. Diğer iki bağlantı teli de kopmuş, daha doğrusu Norseman bağlantısından sıyrılmış ve denize düşmüştü. “Neyse, bunda da vardır bir hayır” diyerek teknenin yanına direği sabitledim.
Havanın soğuğu ellerimi uyuşturmuştu, ben de yorgun düşmüştüm. Her şeyi güvene aldıktan sonra artık eve dönebilirim diye düşündüm. Tekneden inmek için ön tarafa yöneldim. O zamanlar baştan kara bağlıyordum. Ayağımı tekne korkuluklarından dışarı attım, tam karaya adım atacağım anda ayağım teknenin kenarından kaydı. O soğukta ve o yorgunlukta başıma gelebilecek en kötü olay gerçekleşti: Üzerimdeki kalın palto ve kıyafetlerin suyu çekmesiyle deniz beni aşağıya çekti.
Kıçtan kara bağlı olsaydı tutunacak bir yer olurdu, hemen çıkabilirdim. Ama baştan kara bağladığım için tutunabileceğim ipler çok yukarıdaydı. Kendimi biraz zorlayıp iskelede bağlı olan araba lastiklerine yöneldim. Birkaç zorlu denemeden sonra kendimi iskeleye atabilmiştim. İskele, denizden 150 cm yukarıdaydı. Vücudum istemsizce titriyordu, bu titreme hipotermi riskini artırıyordu. O gün liman çok soğuktu ve kimse yürüyüş yapmıyordu. Maalesef o dönem arabam da yoktu, daha fazla üşümemek için tekrar tekneye binmek zorunda kaldım.
Hemen üzerimdeki kıyafetleri çıkardım. Yazdan kalma iç çamaşırlarım vardı, onları değiştirdim ama hâlâ çok üşüyordum. Ocağın üstüne su koyup içeriyi ısıtırım diye düşündüm. Sağ olsun, eniştem Nihat çakmağımı tekneden yürütmüştü. “Ayvayı yedin Sertan” dedim içimden. Uyku tulumu vardı teknede, hemen içine girdim. Titremelerimi biraz azalttı ama hava kararmadan çıkmalıydım.
Denize düştüğümde telefonum da arızalanmıştı, kimseyi arayamıyordum. Biraz toparlanıp teknenin dışına kafamı çıkardığımda tam o sırada bir beyefendi geçiyordu. Hemen seslendim. Denize düştüğümü, çok zor durumda olduğumu ve telefonumun bozulduğunu söyledim. Sağ olsun, o da ‘’Senin için ne yapabilirim?’’ diye sordu. Benim de o an, evimin karşısındaki otelin sahibi ve arkadaşım Süleyman Latifoğlu geldi aklıma. Otelin ismini söyledim. İnternetten numarasını buldu ve Süleyman’a ulaştı. Ona eniştem Nihat’a durumu anlatmasını ve bir an önce gelmesi gerektiğini söyledim. Durumu duyar duymaz, o karlı yollarda çok kısa sürede teknenin bulunduğu yere, İstanbul / Beykoz’dan geldi :) Zor anlarda hep en güvendiğin gelir aklına. Nihat Sayıldı da (eniştem) benim için çok değerli, ailemin bir üyesidir. Velhasılkelam, pişmiş tavuğun başına gelmez benim başıma gelenler. Bu anlatılanların dışında irili ufaklı çok sorun geçti ama onları es geçiyorum. Size güzel hikayeler anlatmak isterdim ama maalesef benim hikayemde olumsuzluklar ön planda."
Sonunda ihtiyacım olan yardım geldi. En zor anlarda insanın en güvendiği kişiler gelir aklına.
Rüzgârla Konuşan Yelkenlim
Uzanır gökyüzüne beyaz kanatlar,
Bir yelkenli, denizin kalbinde atar.
Ne limana ait, ne karaya mecbur,
Rüzgârla konuşur, özgür ve gurur.
Dalga dalga düşler savrulur ufka,
Martıların çığlığı serilir boşluğa.
Rotam bilinmez, pusulam sensin,
Her serüvenin başlangıcısın, bensin.
Tuzla karışmış anılar tenimle bir,
Her fırtına bir şarkı, her an bir şiir.
Yelkenim rüzgârla sarhoş gecelerde,
Söyler denize seni, içli hecelerde.
Ben denize yazarım adını sessizce,
Her limanda seni ararım gizlice.
Bir yelkenliyle geçer ömrümün dizi,
Sen rüzgâr ol, ben olayım denizin izi.
Yazı: Sertan Sayın / Yelkencinin Gazetesi
Fotoğraf ve Video: Sertan Sayın / Yelkencinin Gazetesi
Yayına Hazırlayan: Doruk Ajans / Yelkencinin Gazetesi