Merhaba öncelikle sizlere kısaca kendimden bahsetmek isterim. İsmim Sertan Sayın, kırk iki yaşındayım. Rize / Pazarlı ama İstanbul doğumluyum.
Kuzguncuk’ta yaşamanın bir ayrıcalığı ile deniz tutkum beş, altı yaşlarında başladı. Kuzguncuk’ta Mavili adında kayıkhanede boş vaktimizi akşam eyler, kayıkhanedeki balıkçı teknelerine zımpara atarak babamın arkadaşlarına yardım ederdik. Babam bir dönem sanayi dalgıçlığı yaptı daha sonraki zamanlarda şehir hatları gemilerinde yağcı olarak çalıştı sonra emekli oldu. Demem o ki; deniz bizim hayatımızın her alanında oldu.
Ortaokulu ailevi nedenlerden ve okuma isteği olmayan bir çocuk olduğum için erken bırakmak zorunda kaldım. Ailem, beni on bir yaşında bir fabrikaya çırak olarak verdi. Daha sonra ortaokul ve liseye dışarıdan devam ettim. Çalışma hayatımda halen fabrikalarda kalıpçılık üzerine devam ediyorum. 12 ay denizlerde yüzen, zıpkınla ve oltayla balık avı yapmayı tutku haline getiren biriyim.
Boğaz’da geceleri iskorpit balığı tutarken hep düşünürdüm geçen balıkçı teknelerini ‘’Acaba bizimde bir teknemiz olur mu?’’ diye. Neden olmasın dediğimde; ‘’Tekne işi zor. Sen yapamazsın, baş edemezsin’’ diyenler, ‘’Tekne almak değil bağlama yeri bulmak zor. Bağlamaya yer bulsan kirası, vergisi insanı soğuturlar.’’ diyenler oldu.
Deniz her zaman beni kendine çekmeyi başardı. Ben daha yedi, sekiz yaşlarındayken babam emekli olunca annem para çarçur olmasın diye Şile’nin Doğancılar köyünden bir arsa almaya karar verdi.
Zar zor aldıkları arsaya önce kaba inşaat yapıldı. Yıllarca devam eden süreçte ev hala tam anlamıyla bitmedi ama bize 35 senedir sıcak bir yuva olmayı sürdürüyor.
Şile’de babamın arkadaşı Emin amca vardı. Allah rahmet eylesin. İyi yürekli, güzel bir insandı. Sahilde çok güzel bir ahşap balıkçı kulübesi, 5 metrelik de ayna kıç bir teknesi vardı. Emin amca akşamları ağ atar, sabahları ağları çekmeye giderdi. Karadeniz'in hırçın, asi sularından acaba nasibimize ne düştü diye düşünür, hoşbeş ederdik. Boş vaktimin tamamını deniz kenarlarında geçirir, güneş ufuk çizgisinde kaybolunca evin yolunu tutardım.
İlerleyen zamanlarda kış aylarında zamanı değerlendirmek adına gemi modelciliğine merak saldım. Biraz araştırdıktan sonra evimin balkonunda kendime ufak bir atölye kurmaya karar verdim. Bir - iki kıl testere, bir - iki eğe takımı derken kendimi internetten indirdiğim ölçekli planların arasında buldum. Kendime kolay bir model seçip başladım. İlk modelim motoryattı. Her akşam işten gelir gelmez yemeğimi yer ve kendimi atölyede bulur, çalışmalara büyük bir heyecanla başlardım. Bir biri ardına yaptığım modeller ve ortaya çıkan sonuç beni gururlandırıyordu. İnsanlara, kendimce başarabildiğim bu yetenekleri göstermek ayrı bir haz veriyordu.
Gemi modelciliği mükemmel bir hobi alanı ama bunun yanında pahalı bir uğraş olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. (Tabii pahalılık kime göre diye bir parantez açmak isterim. Fabrika çalışanına göre) Gemi modelciliği iki çıta, bir - iki yapıştırıcının çok ötesinde. Hele birde elektronik işçiliğine soyunursanız dolar üzerinden hesaplar başlar:) Ama ortaya çıkan sonuç her şeye rağmen değer. Eğer sabrınız, zamanınız, bir miktar da bütçeniz varsa mutlaka bir hobi edinin derim.
Bir gemi modelinin yapım zamanı kendi imkanlarımla yedi, sekiz ay sürüyordu. Beş, altı modelden sonra üç, dört sene gibi bir süre geçtiğini fark ettim. Hep kendime şu soruyu sordum; ‘’Bu modeller birebir büyüğünün kopyası ise ben neden gerçeğini yapmıyorum?’’
Kafamda yıldızlar çakmaya başladı. Acaba olur mu?
Yazı ve Fotoğraflar: Sertan Sayın