
Motorun her şeyini hallettikten sonra 20 gün ara verdim diye motorun çalışmamasına bir türlü anlam veremiyorum. Çok uğraştım, birkaç fikir aldım; denemeler sonuç vermedi. Bir akşamüstü yine motoru incelerken limandaki tekne sahibi olan Çağlar arkadaşım, “Ben de bir bakayım, belki senin göremediğin bir şeyi ben görürüm.” dedi. Neden olmasın deyip teknenin içine girdik ve motoru incelemeye koyulduk.

Havasını aldık, eter koklattık, şalama uygulaması yaptık. (Şalama uygulaması, küçük bir bez parçasına mazot döküp ateşe vererek emiş manifoldundan motorun hızlı çalışmasını sağlamaya yönelik bir uygulamadır.) Yani dışarıdan yapılabilecek her şeyi denediğimizi düşünüyorduk. Sonra Çağlar’la birlikte motoru ufak ufak sökmeye karar verdik. İlk söktüğümüz parça, üst kapak oldu. Zaten açar açmaz sorun karşımıza çıktı: Enjektörlerin üstü pas tutmuş, sıkışmış ve çalışmamıştı. Belli ki büyük bir sorunla karşı karşıyaydık.


Bu suyu nereden aldığını bulmak apayrı bir sorundu. Söktüğüm enjektörlerin hepsini ertesi gün iş yerine götürdüm. Denizde eminim herkes birçok sorunla karşılaşıyordur ama benimki başka bir boyuttaydı. Bahtsız bedevi, kutup ayısı falan bu hikâyede hafif kalır; Hani kümeste akşama kadar mücadele eden tavuğun, akşam olunca ev sahibi tarafından kesilip fırına sürülmesi gibiydi benimkisi. 🥴
Yaşanan bütün sorunların nedeni daha çok maddi imkânsızlıklar ve her şeyi kendi başıma yapmak zorunda kalmamdan kaynaklanıyordu. Bazı insanlar şunu söyleyebilir: “Paran yoksa denizde ne işin var?” Maalesef denize olan tutkum, yaşadığım zorlukların çok ötesinde. Bana “Nasıl bir cennette yaşamak istersin?” diye sorsalar, uçsuz bucaksız denizlerle çevrili bir ada derim.
Konumuza dönecek olursak, enjektörlerin pasını almak için asitte yaklaşık beş saat beklettim. Büyük ölçüde pastan arındılar. Ardından sekmanlarını söküp bütün parçalarını ayırdım. Bu sırada bazı yayların kırıldığını ve içindeki teferruatlı bir milin de hasar gördüğünü fark ettim.
Sonra internette enjektörlerin yenisini araştırmaya başladım. Türkiye’de yalnızca bir firmanın sattığını öğrendim (Saçar Makine). Fiyatı görünce adeta beynimden vurulmuşa döndüm: Tanesi 25 bin TL idi. (Şu anki tarih 17.12.2025, fiyat 37.500 TL.) Benim motorda dört adet vardı. Millet bu paraya motorlu beş metrelik kayık alıyor.
Ne yaparım diye düşünürken, motor satıcısını aramam konusunda ısrar eden arkadaşım Süleyman Latifoğlu’nun baskısına dayanamayarak adamı aradım. Durumu anlattım, motoru aldığım günden beri yaşadığım sorunları bir bir söyledim. “Bende üç tane var,” dedi, “sana uygun fiyata veririm.” Ne kadar olduğunu sordum. Normalde tanesi 20.000 TL dedi ama “O kadar sorun yaşamışsın, üçünü 20.000 TL’ye vereceğim,” diye ekledi. Safız ya, hemen atladık.
Aradan haftalar geçti, aradım. “Dükkânı taşıdım, bulamadım; ortalığı düzelteyim, bulunca hemen yollayacağım,” dedi. Aylar geçti, yine aradım. Bu sefer “Dükkâna hırsız girdi, bulamıyorum, bulunca arayacağım,” dedi. Derken 5–6 ay geçti. Adam arayınca telefonu açıyor, yani ulaşabiliyorsun; sağlam esnaf (!) Ama enjektörler bir türlü gelmedi.😔
Bir yılın üzerinde zaman geçti. Ben zaten motoru tekneden söküp eve götürmüştüm. Dolandırılmaya çok müsait biriyim, belli ki…
Bu metin, denize duyulan tutkunun maddi imkânsızlıklarla ve bitmek bilmeyen aksiliklerle verdiği mücadelenin hikâyesidir. Yirmi günlük bir aranın ardından susan motor, yalnızca mekanik bir arıza değil; sabrın, umudun ve inancın da sınavı olur. Pas tutmuş enjektörler, kırık parçalar ve ulaşılamayan çözümler arasında, denizden vazgeçemeyen ruhunu ortaya koyar. Aldatılmışlık hissiyle kapanan hikâye, aslında şunu fısıldar: Deniz bazen cennet kadar güzel, bazen de insanı en zayıf yerinden sınayan bir öğretmendir.
Sertan Sayın / Yelkencinin Gazetesi
Kamera ve Fotoğraflar: Sertan Sayın