Uyanıverirsin…

Bu yaz da, herkes pastadan nasibini aldı!

“Uyanıverirsin bir gece yarısı, aydınlatır hilal gökyüzünü… Kediler dolaşır sokağın köşesinde… Pisi, pisi diye çağırırsın, umursamaz bir ifade ile başını çevirir bakar. Sonra “İşim var dercesine takılır gider dişisinin peşine… Tıpkı insanlar gibi… Bakarım bir tepeden teknelerin ışıklarına… Yeşil-Kırmızı… Sorarım kendime,iİskele kırmızı sancak yeşil miydi diye?Bunca yıl öğrettiğini unutur mu insan; Yoksa kırmızı mıydı sancak? Meis’in kıyılarına bakarım. İki kulaç atsam kumsalındayım. Nasıl vazgeçtiniz bu kadar yakın adadan diye söylenirim. Ve kızarım birbirine bu kadar yakın iki kıyı insanına… Nasıl birbirinize düşman oldunuz diye… Yetmez, koyun gibi boyun eğip ram olanlara söverim…”

Deniz, denizler… Kimimiz için mavi vatan kimi için kıyısından ayrıldığında öleceklerini düşündükleri büyük tutku, yaşam kaynağı… Kimi için acı, hüsran, hasretlik… Kafası kızınca canavar. Kıyıyı döven dalgaları azgın bir sevgili şiddeti ile koşar, kucaklar…  Bazen ay ışığında bir yol oluşturur çağırır sizi. Bazen şimşeklere, yıldırımlara sahne olur…

Ancak o her zaman özlenen bir sevgili gibi durur, kıyıda yolunuzu gözler.

Bu yıl yine uzun bir süredir ihmal ettiğimiz Ege kıyılarına düştü yolumuz. Önümüzde İzmir’den başlayıp Antalya’ya uzanan geniş bir kıyı şeridi var. Buraları gezmeyi seviyorum. Geçtiğimiz yerlerin çoğunda yollar aynı ama bir öncekine göre kıyılarda bir sürü değişiklikler olmuş.

Maalesef göz önündeki pek çok yerde denizden yararlanma şartları her geçen gün biraz daha güçleşmiş. Pek çok kıyı belediyesi sahilleri parselleyen işletmelere göz yumarken, bir kısmı mahkemeye intikal etmiş davalar ile mücadeleye devam ediyor. Ünlü bölgelerde orman yangınları kasıt ve ihmali işaret ederken,  yanan yerlere otel yapılacağı söylenip duruyor.

Oysa yakmak kolay ama otel yapmak o kadar kolay değil. Çünkü ardınızda hem para hem de idari yönden sizi destekleyen büyük güçlerin olması gerekir. Örneğin Uludağ Milli Parkı’nı yok edenler, endemik bitkilerin ve tor kayalarının bulunduğu yerleri önce işgal sonra resmileştirenler, iş makineleri ile yüzlerce ağacı katledenler  arkaları sağlam olmadığı sürece bu işleri yapamazlar, bir milli parkın ölümünü böylesine kolaylaştıramazlardı.  

Son yıllarda kıyılarda yanan yerlere yapılan otelleri örnek gösterdiklerinde haklılıkları  bir nebze tescil edilmiş oluyor elbette…

Bodrum örneğinden yola çıkarak Kaş’a geldiğimizde düne kadar ufak tefek aksamalar görmüşken bugün sorunların daha da arttığını tespit ediyoruz. Hem de belediye yönetimi el değiştirmiş olmasına rağmen.

Mesela deniz üstünde tekneler için yapılmış mendireğin açık hava otoparkı haline gelmesi, günün pek çok saatinde dolu olduğuna dair tabelanın asılı olması, misafir araçların kentin tek caddesinde üç sıra park yapması… 

Kaş marina olarak izin verilmiş -veya verilmemiş- alanın yüzlerce yelkenli tekne ile doldurularak sade vatandaşın yararlanması gereken alanın işgal edilmiş olması son derece vahim. Özellikle marinanın bulunduğu körfeze giren kısımdaki eski plajlarda yüzenler, suya yayılan mazot ve sintine kokusundan rahatsız olduklarını belirtince işe oradan başladık. Haklıydılar. Akşamüstü açıktan dönen teknelerin geçişlerini müteakip liman ağzının ince bir yağ tabakası ile kaplandığına şahit olduk.

Bu durum kıyıdaki küçük işletmeleri zor duruma sokmuş. Beklenen yoğunluk yok. Buna karşı Kaş’a gelmeden önce virajlarda yer alan ünlü Kaputaj’ın deyim yerinde ise iğne atsan yere düşmez denilecek kadar kalabalık olması son derece ilginç. Bu bölgede diğer yerlerdeki gibi otopark olmaması nedeni ile yol kenarları açık otoparka dönüşmüş.

Bütün kıyı kentlerinde kısa zaman süresi olarak adlandırıldığı için otopark, halk plajı vs. gibi sorunlara çözüm aranmıyor.  Bulunan çözümlerde gülünç. Bir ay sonra kimse kalmaz zihniyeti yerleşmiş durumda. 

Turistler iki nedenden ötürü daha rahat hareket edecekleri yerleri seçiyorlar. Otellerin lüks olmasına ve fiyatlara aldırmıyorlar. Birincisi araçları ile gelenlerin otopark olup-olmadığına bakmaları, odalarda klima bulunup bulunmadığına, bir de denize girip giremiyecekleri yerler var mı, yok mu? Onlar için önemli olan kriterler bunlar.  Kaş’ta bütün konaklama yerleri şehrin içinde konuşlandığı için sürekli müşteri kavramı da yok.  Serdengeçti hal devam ediyor.

Velhasılı Kaş, yaz ayları geldi mi Kaş’lıktan çıkıyor… Şehir merkezinin dışında konaklayanlar son derece şanslı.

Yol boyunca otoparkı ve geniş alanları olan konaklama tesislerine ihtiyaç var. Birde Kaş marinanın kapasitesinin daraltılmasına. Bu kadar çok tekne olduğuna göre parayı veren düdüğü çalar zihniyeti buraya da yerleşmiş.  

Meis Adası’na yabancılardan çok Türkler gidiyor. Yiyecek ucuz. İçecek öyle. Çantanızı doldurup gelebiliyorsunuz. Hemde temiz bir kıyıda denize girebiliyorsunuz. Ancak pasaport ve vize sorun.  Yunanlıların güvenlik botu, karasularımızın ayrıldığı kıyı çizgimizde sürekli nöbette…

Bize bu kadar yakın bir adanın nasıl elden çıkarılmış olmasına aklım ermiyor. Her görüşümde içerliyorum. Ama yapacak bir şey yok. Birde adalarına para bıraktığımız komşularımızın tavırlarına…. Oysa iki yönetici bir araya gelip Meis ve Kaş’ı kardeş kent ilan etse, hem adadakilerin yaşamı kolaylaşacak, hem de bizimkiler sık sık balık yemeğe kıyı lokantalarına gidebilecekler. Tabi birde bizimkileri taciz eden Yunan botu bizim kıyıdan ayrılan her tekneyi takip etmek ve yakıt harcamak zorunda kalmayacak.  Ancak bunlar, denizler barış gölü haline gelene kadar bir hayalden ibaret… Birbirimize hava atmaya devam edeceğiz.

Bu yaz da, herkes pastadan nasibini aldı.

Kimi büyük, kimisi küçük…

Ancak kıyılarımızdaki sorunlar için köklü çözümler alınmamaya, sade vatandaş mağdur olmaya devam ediyor.

Yazı ve Fotoğraflar: Taner Tümerdirim

Yayına Hazırlayan: Doruk Ajans / Yelkencinin Gazetesi Kuruluşudur. 

Yorum Yap